Dünya tarihi bize demokratikleşmenin bir iyi niyetler ve idealler ittifakı ürünü olmadığını gösteriyor. Hatta demokratik uzlaşı kavramında daha belirleyici olan olgu çok negatif uzlaşma olgusudur.
MARKAR Esayan Taraf gazetesindeki 19 Mart tarihli yazısında AK Parti’nin en zor zamanında çok önemli reformlar yaptığını, ancak vesayet baskısının kaldırılmasıyla birlikte reform iradesinin zayıflamaya başladığını ve demokratikleşme limitini tükettiğini ifade ediyor. Yazıyı ilginç kılan nokta ise daha ziyade, aynı saptamanın toplum bakımından da yapılıyor olması ve toplumun bu bağlamda toplumun da maksimum kapasitesine ulaşması ve artık patinaj yapmasıdır. Esayan patinajın tek başına limitle açıklanamayacağını da teslim etmektedir.
Demokrasi ihtiyaç dengesi
Tam da bu şerhinden cesaret alarak tartışmayı ilerletmek gerektiğini düşünüyorum. Bir kere yazı, demokratikleşme talebinin ihtiyaç ile ilişkisini kurması bakımından, Türkiye’nin genelini etkileyen bir körlüğün dışında ve teorik acıdan gerçekçi bir temele oturmaktadır. Zira toplumsal dinamiklerin kristalize ettiği reel ihtiyaçlar üzerine oturmayan demokratikleşme talebinin karşılığı olmaz. Bu kesin.
Dünya tarihi bize demokratikleşmenin bir iyi niyetler ve idealler ittifakı ürünü olmadığını gösteriyor. Hatta daha belirleyici olan olgu çok negatif uzlaşma olgusudur. Demokrasiyi tesis eden gelişmeler ve sekulerleşme demokrasiye yönelik iyi niyet ittifakının ürünü değil. Her kişi, her toplum ve dolayısıyla her bir siyasal iktidar gerçekliği, çıkar maksimizasyonu ya da zarar minimizasyonunu esas alir. Bu gelişmeler daha çok kaynakların tükenmesi, tarafların birbirine kendini kabul ettirememesinin doğurduğu zorunlu uzlaşmaların ürünüdür.
Burada cevaplaması gereken ilk soru şu: Demokratlar, liberaller, özgürlükçü sol entellektüalizmin idealize ettiği demokrasi talebi, ihtiyacın ötesinde bir çaba ve mücadeleyi gerektiriyorsa ne olacak?
Politik bir ideale endekslenmiş siyasal tasavvurları ihtiyaçların ötesinde hayata geçirmek için başvurulacak tek yol devrimdir. Ancak devrimler konsolidasyona ulaşana kadar sürekli yıkımlara neden olurlar. Konsolidasyondan sonra ne kazanıldığı sorusuna verilecek cevap genelde iç açıcı değildir ve evrimci gelişme sonrasında ulaşılabilecek sonucun gerisindedir. Ödenen bedeller, ulaşılan sonucu anlamsızlaştırabilecek kadar ağır olabiliyor.
İdeallerimiz yüksek. İdeal demokrasi peşindeyiz ve bunu iyi ki de yapıyoruz. Entelektüellik bunu gerektiriyor. Ancak buradan hareketle toplumsal limitin ötesine tasan bir talepler karşılanmadı diye, felaket senaryoları ortaya koymak gerçekçilikten uzak bir yaklaşım olur.
Toplumun limiti neye işaret ediyor
Burada bir uyarıda bulunmak gerekiyor: Toplumun limiti rasyonel kapasiteye mi işaret ediyor, yoksa 100 yıllık militarizasyon ve milliyetçilik endoktrinasyonunun yarattığı yanlış bilinç veya ideolojik kirlenmenin yarattığı “sur içine dönüş” psikolojisi mı?
Nitekim Esayan da “Asıl engeller sorunların zorluğu da değil, bu içine hapsolunmuş paradigma, yani değerler bütünümüzdeki kofluklar. Bu şekilde bundan daha öteye gidilemez. Hatta, bu haliyle oldukça mesafe alındığı bile söylenebilir” sözleriyle bir açıklık getirmeye çalışıyor.
Birinci neden doğru ise, bu başlı başına bir sorun. Zira hibrit demokrasi, yani demokrasi öncesine işaret eden kafası karışık bir anayasal düzende yaşıyor ve yeni anayasa konusunu da toplumsal gelişimin belirli bir aşamaya gelmesi anına kadar ötelemek zorunda kalacağız.
Eğer ikinci neden doğru ise, bunun da iki sonucu olabilir. Toplumun psikolojik bariyerini aşması için bir süre gerektiği söylenebilir. Tabi bu sonuç limit engelinin çamura bulanmış elmasın yıkanmasıyla aşılabilir. Ancak bu bilinç veya ideoloji toplumun bütününü irrasyonelliğe mahkum ettiyse, tehlike var demektir. 80 yılda gerçekleşen milliyetçilik zehirlenmesi böyle bir tehlikeyi dikkate almamız gerektiğini gösteriyor.
Ancak demokratikleşmeye ve vesayetin tasfiyesine yol açan toplumsal dinamikler ve onların uluslararası dinamiklerle kurduğu ilişki bicimi, bunun yarattığı bilinç değişimi, pozitif düşünmemiz gerektiğini bize hatırlatıyor.
Bence bu limit meselesi daha derinlikler bir tartışmayı hak ediyor.
Brüksel’de de yeni anayasa beklentisi var
SALI günü Brüksel`de Avrupa Parlamentosu’nda yeni Anayasa konulu bir toplantı yapıldı. Anlaşılan o ki, eski anayasal düzenin tasfiyesi ve bütünüyle yeni bir anayasanın yapılması beklentisi buralarda da egemen. Zira klasik temel hak ve özgürlük tartışmalarının ancak vesayetçi sistemin tasfiyesi ve çoğulcu bir demokratik sistemin inşasıyla mümkün olduğu görülüyor.
Muhtemelen yakınlarda çıkacak AB Raporu’nda da buna değinilecek.
Zira yeni anayasa konusu neyi geride bırakmak istediğimiz soru cevaplanınca netleşiyor.
Vesayetin tasfiyesi şart.
Peki nedir bu?
Vesayet demokratik temsilin bulunduğu, ancak temsil mekanizmasının egemenliği temsil yeteneğinin bulunmaması ve devlet aygıtını kontrol edememesidir.
Diğer yönden kontrol ve denge sisteminin demokratik temsil ile siyasal (bürokratik) seçkinler arasında kurulması ve sistem hakkında nihai sözün seçkinlere/seçkinlere bırakılması durumudur. Bu Yüzyıllık bir anayasal düzendir. İki yıllık geçerliliği olan 1921 dışında aynı anayasal düzen yeni tarihler alarak geçerli oldu bugüne kadar. Vesayet sistemi 1961’e kadar fiili iktidar uygulamasıyla işliyordu, sonrasında ise Anayasal güvenceye kavuşturuldu.
Avrupalıların da anlamaya başladıkları şey, Türkiye`de demokratik irade ile siyasi iradenin aynı ve özdeş olmadığı gerçeğidir. Karar vericiler ile demokratik temsil makamları ayni değil.
Bu nedenle yasama, yürütme ve yargı üzerinden tartışılan erkler ayrılığı tartışması Türkiye’de anlamlı değil. Denge bürokratik siyasal seçkinler ile demokratik temsil kurumları arasındaki bir dengeye işaret ediyor.
Zira vesayetin tasfiyesi otomatik bir şekilde demokrasi anlamına gelmiyor. Sistemin merkeziyetçi yapısının sona erdirilmesi, toplumsal dengenin devletin iç dengesine dönüştürülmesi, devlet aygıtının tüm detaylarının parlamenter denetime tabi tutulması ve nihayetinde siyasi irade ile demokratik irade arasında bir özdeşliğin sağlanması şart. Yani çoğulculuk sağlanmadan yalnızca vesayetin tasfiyesi demokrasi demek olmuyor.
Erkler ayrımı o zaman anlam ifade eder...
Kaynak: Star