Ortadoğu, yılların biriktirdiği iç ve dış değişim birikimini patlamalar şeklinde yaşıyor. Bu değişimin iç nedenleri, dış nedenleri, içi ve dışı birleştiren teknolojinin tetiklediği küreselleşme nedenleri de var. Başta ABD olmak üzere dünya devletleri bu değişime arkadan ayak uydurmaya çalışıyor. ABD'nin bölgeye yönelik dış politikasındaki değişim Obama'nın göreve gelmesi ile birlikte başladı ama çok yavaş bir süreç idi. Öngörülmeyen ayaklanmalar daha önceki dış politikanın artık sürdürülemez olduğunu ABD yönetimine iyice gösterdi. Başkan Obama'nın geçen haftalarda yaptığı açıklamalar, bu hızlanan sürece ayak uydurma çabasıydı. Bu hızlanan sürecin kökeninde yıllardır özgürlükleri kısıtlanmış, hakları ihlal edilmiş ve çoğu ekonomik olarak geri, işsiz bırakılmış yığınların artık statükoya yeter demesi var. Değişimi zorlayanlar da bu yığınlar. Dışarıda ise artık demokrasi ve özgürlükler global norm haline gelmiş; halkların bu taleplerinin çıkar uğruna görmezden gelinemeyeceğini fark eden ve bu ayaklanmalara, eski diktatör dostlarını terk ederek, doğrudan ya da dolaylı destek veren ABD ve Avrupa ülkeleri var. Soğuk Savaş dönemi gibi bir kutuplaşma da olmadığı için, bu ayaklanmalara çok sıcak bakmayan, Çin ve Rusya gibi ülkeler de çekimser kalmakta.
Ayrıca, iletişim ve bilgi paylaşım teknolojilerinin körüklediği küreselleşmenin yarattığı ağlar dünyanın her bilgisinin diğer köşelerine ulaşmasını sağlamakta. Wikileaks gibi oluşumlarda "gizli" bilgileri dahi bu ağlar aracılığı ile yayarak, halklara, kendi liderleri ve devletleri hakkındaki "gerçekleri" ulaştırabilmekte, birikmiş muhalefet potansiyelini sınır ötesinden ateşleyebilmekte. Demokratik ülkeler küreselleşmenin getirdiği bu değişimi yavaş yavaş, sindire sindire yaşarken, halkın değişim arzularına kulak tıkayan otoriter rejimler halk ayaklanmalarının zorlamasıyla bu değişimi gerçekleştiriyor. Arap dünyasının amiral gemisi Mısır, Tunus'tan sonra bu değişim sürecinin içine girdi. Tabii bu değişime direnen rejimler de bir müddet daha ayakta kalma çabası içinde; Yemen, Libya ve Suriye örnekleri gibi. Bir de bu süreçten hiç etkilenmemiş görünen petrol zengini Körfez ülkeleri var, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi. Bahreyn, Şiî çoğunluğun Sünnî azınlık tarafından yönetildiği politik yapısından dolayı, bir istisna. Kısa vadede, böylesine yılların biriktirdiği büyük değişim dinamiklerini bölgenin hazmetmesi kolay değil. Bu değişime maruz kalan ülkelerin demokratik politik kültüre alışması ve yeni siyasi dengelerin oluşması zaman alacak. O yüzden 2011, Ortadoğu için kaotik olmaya devam edecek. Tabii, Ortadoğu'nun bu kaosu dünyayı, özellikle bölgenin enerji kaynaklarına bağımlı veya bölge ile yakın ekonomik ve ticarî ilişkileri olan ülkeleri heyecanlandırmaya, hatta zaman zaman endişelendirmeye devam edecek. Ama uzun vadede bu değişim dalgası bütün bölgeyi saracak. Bu değişim, Ortadoğu hükümetlerinin halkların isteklerine kulak vermek zorunda kalması ve hesap sorulabilir olması açısından bölge için hayırlıdır. Rüşvet, kayırmacılık ve yolsuzlukların azalması ile birlikte insan kaynaklarının önü açılacak ve hem politikada hem de ekonomide bölgeye yeni dinamikler gelecek. Artık, bölge halkları kendi kaderlerini kendileri belirlemek için önemli bir mesafe aldı ve "Arap Baharı" geriye döndürülemez bir yere vardı. Sömürge yıllarının ardından diktatörler aracılığı ile devam eden dışa bağımlılık ve güdüm, yavaş yavaş yerini halkların iradesinin temsil edildiği hükümetler aracılığı ile daha bağımsız politikalara bırakacak. İşte bu uzun vadeli değişimi ve bu değişimin bölge ve dünya için etkilerini analiz edip, geleceğe yönelik politikalar geliştirmeye çalışıyor, bölge ile yakından ilgili ülkeler. Bölgenin hâlâ en önemli aktörü ABD de, Ortadoğu politikalarını bu değişime uyumlu hale getirmeye çalışıyor. Obama'nın göreve gelmesi ile birlikte eski Başkan Bush'un savaşçı, tek taraflı ve tehditkâr dış politika söylemleri terk edilmiş, yerini bölge halkları ve tüm İslam dünyası ile diyalog ve çok taraflı diplomasi söylemleri almıştı. Ama Irak'ta asker sayısını azaltmak, Filistin-İsrail barış görüşmelerini yeniden başlatarak daha yakından takip etmek gibi sembolik bir iki adım dışında ABD'nin bölge politikalarında önemli bir değişim gözlenmemişti. Özellikle, ayaklanmalar güçlü bir şekilde Mısır'a sıçradıktan sonra, ABD yavaş yavaş eski "dost" rejimlere karşı halklardan yana tavır almaya başladı. İran hükümetine karşı uzun zamandır "halktan yana" olan ABD, Mübarek rejimine ses çıkarmıyordu. Petrol zengini Körfez ülkelerinde, Bahreyn hariç, güçlü bir ayaklanma emaresi olmamakla beraber, ABD bu ülkelere karşı çok daha ihtiyatlı yaklaşmakta ve yaklaşacaktır. Belki bu ülkelerin de ileride kaoslu bir geçiş sürecine maruz kalmamaları için politik reformlar buralarda da teşvik edilecektir. Ayrıca, ABD'nin İran politikalarında, savaşçı söylemin azalması dışında, bir değişiklik yok. Irak'ta ve dolayısıyla petrol zengini Körfez'de ABD'nin askerî varlığı güçlü bir şekilde devam ediyor. ABD bundan sonra Ortadoğu'da politik ve ekonomik reformları teşvik edecektir, ama bu teşvikin derecesi ve şekli ülkeden ülkeye değişecektir. Teşvikler dost hükümetlerin işbaşına gelmesi ve "radikal" hareketlerin güçlenmemesi için dizayn edilecektir. Eğer Suriye rejimi devam ederse, politik ve ekonomik reformlar konusunda daha fazla ABD baskısına maruz kalacaktır. Obama işbaşında olduğu sürece, Bush yönetiminin Irak'a yaptığı gibi tam bir askeri müdahaleden kaçınılacak ama gerekirse sınırlı ve dolaylı müdahaleler, Libya örneğinde olduğu gibi yapılacaktır. Ortadoğu'nun değişen yeni ortamında, bölgenin çıbanbaşı Arap/Filistin-İsrail meselesinin daha fazla çözümsüz bırakılamayacağı ve Filistinlilerin haklı taleplerine sessiz kalınamayacağı da ortadadır. Bu yüzden Obama yönetiminin bu konudaki söylemleri de değişmeye başladı. Bir ABD başkanı ilk defa 1967 "altı gün savaşı" öncesi sınırları çözüme referans olarak gösterdi. Ama daha söylem bazındaki bu politika değişimi mevcut İsrail hükümetini endişelendirmeye yetti ve Netanyahu hemen Washington'a, "İsrail lobisinden" yardım istemeye gitti.
Bu meselenin çözümü söylemlerin ilerisinde daha somut adımlar atılmasından geçiyor ki, İsrail lobisinin etkisinden kurtulamamış bir ABD yönetimi bu konuda da yakın gelecekte somut adımlar atamayacaktır. İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarından barış için çekilmeye niyeti olduğuna ve de sürdürülebilir bir Filistin devletinin kurulmasına olumlu bakacağına dair güçlü hiçbir gösterge yok. Tersine, bu topraklarda sürekli yeni yerleşim birimleri açmakta, ABD'nin de göz yumması ile işgali de facto çözüme dönüştürmeye çalışmaktadır. Güçlü konumunu sürdüren İsrail'e yeteri kadar dış baskı kurulmadan Arap/Filistin-İsrail sorununun çözülemeyeceği ortada. Bu dış baskının oluşması için ABD'nin İsrail'den şartsız desteğini çekmesi lazım ki, bu da kısa vadede güçlü İsrail lobisine rağmen olacak gibi görünmüyor. Netanyahu, ABD'nin dış politika karar mekanizmalarını, Kongre dâhil, etki altında tutan bu lobiye güveniyor ve mevcut statükoyu sürdürmeye çalışıyor. Dolayısı ile bu mesele yakın gelecekte de bölge için çıbanbaşı olmaya devam edecektir.
Kaynak: Zaman