6 Ağustos'ta Rusya Başbakanı Vladimir Putin'i ağırlayan Ankara ile Moskova arasındaki ilişkiler gittikçe gelişiyor, hatta Rusya son yıllarda Türkiye'nin en büyük ticaret ortaklarından biri haline geldi. Oysa 1990'lı yılların başında hemen herkes Orta Asya ve Kafkasya'da Rusya ile Türkiye arasında yoğun bir rekabet beklentisi içindeydi.
Zira, 150 yıllık Rus ve Sovyet boyunduruğundan kurtulan muazzam bir coğrafya henüz el değmemiş zengin yeraltı kaynakları ile herkesin iştahını kabartıyordu. Rusya da Türkiye'yi, Batı'nın da teşvikiyle bölgeye balıklama dalmaya hazırlanan "büyük bir güvenlik tehdidi" olarak görüyordu. Rus Özel Kuvvetleri'nin 1996 yılında yayınlanan bir raporunda Türkiye, Orta Asya ve Kafkasya'da İslamcı hareketleri destekleyen ve pan-Türkist düşünceler yaymaya çalışan bölgesel bir güç olarak tanımlanıyordu.
TUTMAYAN TÜRK MODELİ
O yıllarda Rusya ile çetin bir savaş sürdüren Çeçenlere karşı Türk kamuoyunda büyük bir sempati vardı, hatta Türk makamlarının 1996 Şubat'ında Avrasya feribotunu kaçıran Çeçen militanlardan "eylemciler" şeklinde söz etmesi Rusları epey kızdırmıştı. Ayrıca Turgut Özal'la başlayan ve Süleyman Demirel ile devam eden Türkiye'nin Orta Asya açılımı da Rusları tedirgin ediyordu. Ancak yine de Orta Asya'da Rusya ile Türkiye arasında beklenen "bilek güreşi" gerçekleşmedi. Zira Türkiye bölgede Rusların korktuğu kadar bir etkiye ulaşamadı, hatta art arda yaptığı hatalarla kısa sürede gözden düştü. Kuşkusuz bu hataların en büyüğü, Türkiye'nin 1990'lı yılların başından itibaren Orta Asya ve Kafkasya'da Turancılık ve Pan-Türkist temelli bir siyaset izlemesi oldu. Ancak bu siyaset Ruslardan önce bölgenin komünist kökenli liderlerini ürküttü. Bölgenin tek Turancı lideri Ebulfez Elçibey Rusların desteklediği bir darbe ile kısa sürede devrilirken, Orta Asya liderleri Türkiye'den uzaklaşmaya başladılar. Bir başka hata da, Türkiye'nin 1990'lı yılların başında bölgeye yapabileceklerinden fazlasını vaat etmesiydi. İmzalanan birçok boru hattı anlaşması kâğıt üzerinde kalırken, Özal'ın başlattığı Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü de Ankara'nın büyük çaplı jeopolitik projeleri finanse edememesi yüzünden rafa kaldırıldı.
1990'lı yılların başında Batı'nın Orta Asya için önerdiği "Türk modeli" de kısa sürede cazibesini yitirdi. Zira, Türk modelinin içerdiği özgür basın, çok partili serbest seçimler gibi demokratik unsurlar, Orta Asya'nın komünist kökenli otoriter liderlerinin pek ilgisini çekmiyordu. Türk modelinin alternatifleri ise ya din temelli İran modeli ya da Rus hâkimiyetiydi. Ancak Orta Asya liderleri, yönetimlerini Türk modeli yerine eski komünist Sovyet sistemini temel alarak yeniden şekillendirdiler.
Bu arada Batı da başlangıçtaki İran korkusunun abartılı olduğunu görerek, Türk modeli ile ilgili düşüncelerini yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı. Ayrıca Orta Asya'nın muazzam enerji kaynaklarının farkına varan Batı, Türkiye'nin aracılığına gerek duymadan bölge ülkeleriyle direkt irtibat kurmaya başladı. 1990'lı yılların ortalarından itibaren Kazakistan'ın Tengiz bölgesinde yatırımlara başlayan Amerika Birleşik Devletleri, 11 Eylül 2001 olaylarından sonra da Bush yönetiminin yürüttüğü "teröre karşı savaş" kampanyası çerçevesinde Orta Asya (Kırgızistan ve Özbekistan) ve Kafkasya'da (Gürcistan) askerî üsler kurdu. Aynı şekilde Almanya (Özbekistan, Termez) ile Fransa da (Tacikistan, Duşanbe) Afganistan'daki askerleri için bölgede ikmal üsleri oluşturdular.
Orta Asya ile ilgili hatalarının farkına varan Türkiye 1990'lı yılların ortalarından itibaren bölge konusundaki Turancı, pan-Türkist yaklaşımlarını hızlı bir şekilde terk ederek, Türk cumhuriyetleri ile eşitlik ve ekonomik çıkarlar üzerine ilişkiler yürütmeye başladı. Ankara'nın politikasındaki bu değişiklik kısa sürede meyvelerini de verdi. Türk işadamları Orta Asya'da arka arkaya büyük ihaleler almaya, oteller, alışveriş merkezleri, fabrikalar inşa etmeye başladılar. Bu, 1990'lı yılların başında Laleli pazarından Rus ve Orta Asya kentlerine gönderilen kalitesiz ürünlerle hayal kırıklığı yaşayan bölge insanının kafasındaki Türkiye imajını bir anda değiştirdi.
2007 yılında Kazakistan'ın eski başkenti Almatı'nın Atakent semtindeki Ramstore alışveriş merkezinde bir restoranda birlikte yemek yediğim bir Kazak dostum, dev alışveriş merkezini göstererek gururla "Bunu sizinkiler yaptı." demişti. Kazak dostumun Koç-Enka ortaklığının 1990'lı yılların sonunda gerçekleştirdiği bu muazzam alışveriş merkezine yönelik sözleri, iki tarafa da aynı mesafede duran biri olarak beni ayrıca gururlandırmıştı. Koç-Enka ortaklığının Ramstore adıyla üç büyük alışveriş merkezini inşa ettiği Almatı'da bugün Türklerin işlettiği çok sayıda otel, restoran, kafe, oyun salonu ve kumarhane bulunuyor. Almatı'nın en lüks oteli sayılan beş yıldızlı Hotel Ankara hem Türkler tarafından inşa edildi hem de şu an onlar tarafından işletiliyor. Aynı durum diğer Orta Asya kentleri için de geçerli. Mesela Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ın çehresini değiştiren, Türk müteahhitleri oldu. 1990'lı yılların başında pejmürde bir Sovyet kenti olan Aşkabat bugün modern alışveriş merkezleri, fast food restoranları, beş yıldızlı otelleri, meydanları, parkları ve uçak pistini andıran geniş yolları ile Orta Asya'nın Dubai'si olmaya aday gibi duruyor. Aşkabat sirkinin hemen yanında bulunan beş yıldızlı Akaltın oteli, Türklerin bu kentte gerçekleştirdiği ilk büyük projelerden biriydi. 1995 yılında bir Türkmen gazeteci arkadaşım, Akaltın oteli için, "Biz Türkmenler hiçbir zaman bu çapta bir projeyi kendi başımıza gerçekleştiremeyiz." diyerek hayranlığını dile getirmişti.
Bugün Orta Asya ülkelerinin çoğunda özel sektörün önemli bir bölümü Türklerin elinde bulunuyor. Mesela, Aşkabat, Bişkek veya Almatı'daki en şık restoranlar, casinolar veya oteller Türkler tarafından işletiliyor. Bu durum, yerli halkı rahatsız etmiyor da değil. Birçok Orta Asyalı, Türklerin kendi ülkelerinde ekonominin köşe başlarını tutmuş olmasını pek hazmedemiyor. Zira, Türk müteşebbisler Orta Asya kentlerinde kurdukları işletmelerle gittikçe zenginleşirken yerli halk olan Türkmenler, Kazaklar ve Kırgızlar kendi ülkelerinde "sürünmelerinin" haksızlık olduğunu düşünüyorlar.
BÖLGESEL BİR ENTEGRASYONA DOĞRU MU?
Orta Asya'daki Türk etkisinin sadece ekonomi ile sınırlı kalması Rusları da memnun etmişe benziyor. Nitekim Rusya 1990'lı yılların sonundan itibaren Türkiye'nin Avrasya'daki rolü konusundaki görüşünü yeniden gözden geçirmeye başladı. Merkezi Oslo'da bulunan International Research Institute'den Pavel Baev, Moskova'nın artık Türkiye'yi tehditten çok değerli bir ortak olarak gördüğünü belirtiyor. Bu görüşün oluşmasında elbette, 1990'lı yılların sonunda başlayan ve giderek büyüyen iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin payı büyük. Pavel'e göre, Rusya ile Türkiye arasında yakınlaşmayı sağlayan en önemli etken doğalgaz ve Mavi Akım projesi. Söz konusu projenin tamamlanmasından sonra Türkiye'nin Rus doğalgazına olan bağımlılığı %66'dan %80'e yükseldi. Bununla birlikte Rusya, Türkiye'yi kendi enerji kaynakları için pazardan ziyade transit bir ülke olarak görüyor.
Türkiye 1990'lı yılların sonundan itibaren Rusya'nın hassas olduğu konularda Moskova'yı memnun edecek bir tutum izlemeye başladı. Mesela Çeçenlerin Türkiye'deki faaliyetleri kısıtlandı ve birçok Çeçen Rusya'ya iade edildi. Aynı şekilde Rusya da PKK konusunda Türkiye'yi rahatsız edecek tutumdan kaçınmaya özen gösteriyor. Brookings Enstitüsü'nden Fiona Hill, Avrasya bölgesinde Türkiye ile Rusya arasında gelişmekte olan pragmatik ve istikrarlı bir ekonomik ve siyasî ortaklığın, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya ile Fransa arasında sağlanan uzlaşmaya denk bir ortam oluşturduğunu, bunun bölgede geniş çaplı bir ekonomik entegrasyon ve gelişmenin önünü açacağını belirtiyor.
Elbette bütün bunlar, Avrasya bölgesinde Moskova ile Ankara arasında rekabet ve çatışma olasılığının tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Rusya'nın Avrasya'ya yönelik esas politikası ve hedefi, Türkiye ve İran gibi yabancı güçleri, kendi doğal nüfuz alanı olarak gördüğü bölgeden uzak tutmaya yönelik. Türkiye ise eski Sovyet ülkelerinin bağımsızlıklarını pekiştirerek onların Moskova'nın güdümünden çıkmasını istiyor. Nitekim Ankara bu konuda Gürcistan ve Azerbaycan'da ciddi bir çaba içinde ve bu da Moskova'yı rahatsız ediyor.
Kaynak: Zaman