1389  yılı Nevruz arefesinde (İran Yeni Yılı) ABD Başkanı Barack Obama’nın karşısındaki en büyük dış politika sorunu, İran nükleer programı ve doğrudan stratejik diyalog ile yeni müeyyideler arasında bir seçim yapmak ve buna koşut olarak İran nükleer politikasını değiştirmek maksadıyla İran’ın iç siyasi durumundan istifade etmek. Obama’nın ikinci yaklaşımı tercih ettiğinin işaretleri var, ki güvenlik-stratejik meselelerinin ve demokratik siyasi hareketlerin İran’ı etkilemede önem ve önceliğini Amerikalı politikacıların anlayamadığının delilidir.
 
Obama’nın 20 Mart 2009 Nevruz mesajı İran’da siyasi seçkinler arasında kötümserlik ve iyimserlik karması bir havayla karşılandı. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejat rakiplerinin çoğunlukta bulunduğu kötümserler, ABD başkanı’nın değişmesinin ille de ABD’nin İran politikasının değişmesi anlamına gelmediğine kanaat getirdiler ve İslam cumhuriyetinin doğasına ve varlığa karşı sükûn bulmak nedir bilmeyen bir muhalefet sergileneceğini öngördüler. Dahası, gerçek bir değişim olsa bile, zaman doğru zaman değildi. Cumhurbaşkanı Ahmedinejat’ı destekleyen tarafların çoğunlukta olduğu iyimserler ise Obama başkanlığının bir dönüm noktası olduğuna ve İran’ın bu fırsatı değerlendirmesi gerektiğine kanaat getirdiler. Onlara göre gerçek değişim uzun, zorlu ve sürüncemede ilerleyen bir süreç olsa da İran ABD ile stratejik görüşmelere ve “büyük pazarlığı” müzakere etmeye ve de nükleer meseleyi ele alarak ABD ile stratejik meseleleri çözmeye başlayacak bir durumdadır.
 
Ancak İran cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yaşananlar durumu değiştirdi. Barack Obama Avrupalı mevkidaşlarından ayrı olarak İran’ın iç işlerine doğrudan mudahil olmaya çalışmadı ama İran’da ABD’ye karşı geçmişten gelen güvensizliğe bakınca, nükleer görüşmelerin açmaza girmesi batılı liderlere İran’ı içeriden zayıflatmak ve müeyyideler yoluyla cezalandırıcı tedbirlere başvurmak için yeni gerekçeler sundu. Amerikan Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass gibi bazıları ise “rejim değişikliği” politikasını yeniden tanımlamanın üzerinde durdular ve İran’a karşı daha çetin bir tavır almanın zamanı geldi diye savundular.
 
Müeyyide ve İran içerisindeki muhalif güçlerin desteğiyle siyasi baskı kurma şeklindeki çifte stratejinin İran nükleer politikasını değiştirmesi muhtemel değil. Tam aksine, bu yaklaşım nükleer meseleyi – ulusal güvenlik meselelerinden biridir – ulusal birliğin merkezine yerleştirecek ve İran ulusçuluğunu güçlendirecektir, ki müeyyidelerin ve hatta askeri saldırının üzerine geri tepmesi mümkündür. İran yönetiminin elini de güçlendirecek ve mevcut nükleer politika seyrinden ayrılmaması için ona güç de katacaktır.
 
İran’da etnik azınlıkların fiziki dağılımına ve geçmişte iç işlerine yapılan dış müdahalelere bakınca, güçlü bir “devlet” kavramı ve ana görevi ulusal güvenliği sağlamak ve toprak bütünlüğünü korumak olan güçlü merkezi bir yönetim, İran zihniyetinde tarihi olarak istisnâi bir yere sahiptir. 1906 Anayasa Devrimi’nden bu yana, demokratikleşme süreci pek çok iniş ve çıkış yaşadı fakat hiçbir zaman durmadı. İranlılar ülkelerinin demokratikleşme sürecinde dengeli bir duruş arayışında olmuşlardır. 1979 İslam Devrimi’nin gerçekleşmesi ve kaydettiği başarı büyük ölçüde ülkelerini yabancı müdahalelerden kurtarmak için İranlıların seferber olmalarına dayalıdır.
 
Yyönetim gücünün yapılanması ve dağılımında anlamlı değişimler yaratmada İran demokrasi hareketinin güç ve önceliği, batı modelinden hayli farklıdır. İran’da yönetimin meşruiyeti büyük ölçüde din ve ideolojiden, yönetimin ulusal güvenliği sağlama gücünden doğarken, demokrasiyi teşvik, ulusal güvenliği zayıflatmak veya güçlendirmekle sonuçlanabilir. Örneğin, eski İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi gücünün ve meşruiyetinin zirvesindeyken sahih ve kalıcı bir değişim getirememişti. Bizzat reformcuların daha sonra kabul ettikleri üzere başarısızlıkların ana sebebi, günün gerçeklerine gerekli dikkati göstermeksizin bir gecede radikal siyasi değişim için acele etmeleriydi.
 
Bunun aksine, “ulusal güvenlik”  İran hükümetleri nezdinde en kutsal kavramdır, iktidarına ve yönetme hakkına meşruiyet kazandırır. Son İran Şah’ı ABD ve İngiltere istihbaratlarının desteğiyle olsa da, 1953 darbesini ulusal güvenliği koruma ve komünist güçlerden kaynaklanan tehlikeyi etkisizleştirme bahanesiyle yapabilmişti. İslam Cumhuriyeti’nin mevcut gücünün ardında, İranlıları ulusal güvenlik meseleleri çevresinde seferber edebilme yeteneği yatmaktadır. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı örneklerden biridir. Hükümetin İran’da seçim sonrası krizi kontrol edebilmesi, ulusal güvenliği muhafaza bağlamında söz konusu olmuştur. Belucistan’da çok sayıda terör eyleminin sorumluluğunu üstlenen terörist Abdulmelik Rigi’nin yakalanması, İslam Cumhuriyeti’nin İran ulusal güvenliğini koruma ve kollama görevini yürütme meşruiyetine takviye yapmıştır. 
 
Tarih göstermiştir ki demokratikleşme ve ulusal güvenlik arasında seçim yaparken ulusal güvenliğe odaklanılması, İran vatandaşlarının desteğini kazanmada rejimlere etkin destek sunmaktadır. Siyasi hareketleri destekleyen dış müdahalelerin, yükselen demokratik sesleri etkisizleştirmek için ulusal güvenlik mazeretine sığınarak tepki vermeye istekli rejimlerin demokratikleşmeyi ertelemesine meşruiyet kattığını da kaydetmelidir. 1925’te Pehlevi hanedanlığını kuran Şah Rıza, İran’ın toprak bütünlüğünü korumak, yabancı güçlerden azâde olmak, kanun ve düzeni sağlamak maksadıyla kaydadeğer bir halk desteğiyle otoriter bir yönetim kurabilmiş ve Anayasa Devrimini takip eden kaosu sona erdirebilmişti.
 
Ulusal güvenlik gündemi olan güçlü bir İran yönetimi, ABD ile somut ve uygulanabilir çözümlerle sonuçlanacak doğrudan görüşmeleri başlatabilir. Doğrudan görüşmeler meselesi ABD’de olduğu gibi İran’da da iç politikadan ciddi şekilde etkilenmektedir. Büyük pazarlık için yapılacak müzakereler çerçevesinde ikili stratejik diyalogu başlatmak için gerekli güdüyü ve halk desteğini ancak nükleer program gibi bir güvenlik meselesi hareket geçirecektir. Seçkinler arasında siyasi fikir birliği oluşturmak, nükleer ve diğer jeostratejik meselelerde  gelecekteki herhangi bir açılım yahut ilerleme sağlanması için kilit önemdedir. 
 
İranlı uzmanlar arasında hâkim olan görüşe göre İran seçkinleri arasında fikir birliği olmaksızın yaşanacak bir İran-ABD yakınlaşması aşırı zorlu veya imkansıza yakın bir şeydir. Cumhurbaşkanı Ahmedinejat, büyük pazarlığa oturmak maksadıyla, ABD ile stratejik görüşmelere giden yola başka herhangi bir İran cumhurbaşkan’ından daha fazla taş döşemiştir. Bağımsız nükleer yakıt çevriminde ısrar ederek yönetici seçkinler arasında bir dizi ulusal güvenlik ve stratejik meseleler üzerinde siyasi fikir birliği oluşturdu. Nükleer mesele bugün İran ve ABD arasında yapılacak muhtemel herhangi bir pazarlığın başlıca güzergâhıdır zira her iki tarafın çıkarlarının stratejik olarak birleştiği yer tam da burasıdır.
 
Bu arada, Ahmedinejat Irak, Afganistan, Lübnan ve Filistin’deki bölgesel krizlerde yürüttüğü faal dış politika ve gösterdiği varlıkla İranlı seçkinleri İran’ın ABD’yle bölgesel düzeyde bir tür siyasi-stratejik eşitlik içinde olduğuna ve doğrudan görüşmelerin İran’ın ulusal ve güvenlik çıkarlarına hizmet edeceğine ikna etti.


İran Yeni Yılı’nın gelişiyle birlikte Obama’ya ulusal güvenlik meselelerinde İran’la stratejik diyalog üzerinde ısrar etme ve bir büyük pazarlığı keşfetme fırsatı var. Yeni müeyyideler dayatma veya İran’ı içeriden zayıflatma hamleleri aksi sonuçlara gebedir fakat bundan daha önemlisi stratejik diyalog şansını enkaza çevirecektir. Eğer büyük bir pazarlık söz konusu olacaksa, ABD ile görüşmelere başlayacak olan zayıf ve parçalı bir İran olmayacaktır. Doğrudan görüşmeler için gerekli meşruiyete yalnızca güçlü ve yek vücut bir İran sahip olacak.
 
Müeyyide dayatmak veya siyasi baskı kurmak için Obama’nın Rusya, Çin veya S. Arabistan gibi aktörleri ikna etme teşebbüsleri kısa vadeli çözümlerdir ve İran nükleer programını değiştirmeyecektir. ABD, İran meselesini ele alırken mevcut stratejik meseleleri çözebilecek, sıfır toplamlı oyun çözümlerinin artık bir kenara bırakıldığı sahih değişime dayalı sürdürülebilir bir çözüm bulmak zorundadır.
 
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı