Beethoven'in 9. senfonisinin 'Neşeye Övgü' bölümü, 'insanlığı kucaklaşmaya davet ettiği' için AB'nin marşıdır. Neşeye Övgü'nin bir noktasında, Türk marşından esinlenen aykırı bir melodi girer devreye, bazı eleştirmenlere göre hatalıdır ve kaos yaratır. 'Bastırılmışın geri dönüşü' gibi de okunabilecek olan bu bölüm, AB'nin bugün Türkiye'yi dışlamasını akla getiriyor

Geçen hafta Avrupa Birliği liderleri 10 yıllık diplomatik tartışmaya son verdi ve Lizbon Anlaşması'nı imzaladı. Anlaşma, birliğin tepeden tırnağa tadil edilmesini öngörüyor, buna Avrupa'yı dünya sahnesinde temsil edecek kalıcı bir AB başkanı makamı oluşturulması da dahil. Lizbon'un görkemli Jeronimos Manastırı'nda düzenlenen tören sırasında bir koro, arkaplanda Beethoven'ın 'Neşeye Övgü'sünü icra etti. Beethoven'ın ilk kez 1824'te icra edilen Dokuzuncu Senfonisi'nin dördüncü bölümü AB'nin resmi marşı olarak masum bir tercih (buna yönelik karar 1972'de alınmıştı) gibi görünüyor olabilir, fakat aslında Avrupa'nın bugünkü müşkül durumundan beklenebilecek olanın çok daha fazlasını ifade ediyor.

'İnsanlığın Marseillaise'i'
'Neşeye Övgü' evrensel popülerliğe (öyle ki tatil sezonunun klişelerinden birine dönüşmüş, bilhassa Japonya'da tuhaf bir şekilde kült satüsüne erişmiş durumda) sahip bir klasik müzik parçasından ibaret değil. Bu parça bir asrı aşkın bir süredir, edebiyat kuramcılarının deyişiyle, bir 'boş imleyen', yani her şeyi temsil edebilen bir simge.
20. asrın başlarında Fransa'da Nobel ödüllü Romain Rolland, bu parçanın bütün insanların kardeşliğine büyük hümanist övgü olacağını ilan etti ve parçaya 'insanlığın Marseillaise'i denilir oldu. 1938'de Nazi müzik festivali Reichsmusiktage'nin en önemli eseri olarak icra edildi ve sonradan Hitler'in yaşgünü kutlamalarında kullanıldı. Çin'deki Kültür Devrimi sırasında, yani Avrupa klasiklerinin toptan reddedildiği bir atmosferde, bazıları tarafından ilerici sınıf mücadelesinin ezgisi olarak ayrı tutuldu.
1950'ler ve 60'larda Batı Alman ve Doğu Alman olimpiyat takımları tek bir takım olarak yarışmaya zorlandığında milli marş yerine kullanıldı; Alman sporculara altın madalyaları 'Neşeye Övgü' notaları eşliğinde takıldı. Rodezya'da Ian Smith'in ırk ayrımcısı beyaz rejimi için de milli marş görevi gördü. Bütün kanlı bıçaklı düşmanların (Hitler ve Stalin, Saddam Hüseyin ve George W. Bush) bir an için düşmanlıklarını unutup, mest edici müzikal kardeşliğin aynı sihirli anında bir araya geldiği hayali bir performans tahayyül edilebilir.
Ne var ki bu müzik parçasında tuhaf bir dengesizlik mevcut. Bölümün ortasında, ana melodiyi (yani 'neşe' temasını) üç orkestral ve üç vokal varyasyon halinde duymamızdan sonra, eleştirmenlerin zihnini son 180 yıldır kurcalayan beklenmedik bir şey olur: 331 numaralı ölçü çizgisinde ton tamamen değişir ve ağır başlı ilahisel ilerleyiş yerine aynı 'neşe' teması 'marcia turca' (yani Türk marşı) tarzında tekrarlanır; 18. asırda Avrupa ordularının Türk yeniçerilerinden duyup benimsediği ve üflemeli-vurmalı enstrümanların kullanıldığı askeri müzikten alınma bir tarzdır bu.
Bunun ardından makam karnavalesk bir geçit törenine, alaycı bir gösteriye dönüşür -hatta eleştirmenler marcia turca'nın başlangıcına eşlik eden fagotların ve bas davulların sesini geğirtiye benzetmiştir. Bu benzetmeyi yapan eleştirmenlere göre bu noktadan sonra her şey ters gider, bölümün başındaki basit mağrur bütünlük bir daha hiç geri gelmez.
Peki ya bu eleştirmenler sadece kısmen haklıysa -yani işler sadece marcia turca'nın girmesiyle ters gitmiyorsa?
Ya işler ta başından beri ters gidiyorsa? Belki tam da 'Neşeye Övgü'nün kendisinde yavan bir aldatmaca olduğunu, velhasıl 331. ölçü çizgisinden sonra giren kaosun bir tür 'bastırılmışın rücuu', başından beri hatalı olanın bir belirtisi olduğu kabul edilmeli.


Lizbon sonrasını düşünmeliyiz
Eğer durum buysa, o zaman perspektifin tamamını değiştirmeli ve marcia'yı, onu önceleyen abes harikuladelik gösterisini bir noktada kesiveren normalliğe geri dönüş olarak kavramalıyız -müziğin bize gerçek dünyayı geri getirdiği andır bu, şunu der adeta: "İnsanlığın kardeşliğini mi kutlamak istiyorsunuz? İşte karşınızda gerçek insanlık..."
Ve aynısı bugün Avrupa için de geçerli değil mi? Friedrich Schiller'in şiirinin 'Neşeye Övgü'deki müziğin güftesi olan ve bir koronun dünyanın 'milyonlarını kucaklaşmaya' davet ettiği ikinci dörtlüğü, tatsız bir biçimde sona erer: "Fakat kim ki bu şenliğe katılmaz, bırak gizlice ağlasın." Bu dizeyi düşününce, marcia turca'nın en son paradokslarından birini gözden kaçırmak zor: Avrupa Lizbon'da kıtasal dayanışmasının nihai ayarlamalarını yaparken, Türkler, umutlarına rağmen, o kucaklaşmanın dışında.
Bu yüzden, ilerleyen günlerde 'Neşeye Övgü'yü tekrar tekrar dinlerken, bu muzaffer melodinin ardından neyin geldiğini hatırlamak yerinde olacaktır. Nasıl da tek bir büyük aile olduğumuzun sıcak hissiyatına kendimizi bırakmadan önce, Avrupalı kardeşlerimin bizimle birlikte şenliğe katılamayanlar, 'gizlice ağlamaya' mecbur bırakılanlar üzerine biraz olsun kafa yorması gerektiğini düşünüyorum. Şu an bizzat kendi şehirlerimizde tanık olduğumuz isyanlar, araba yakmalar ve Türk marşının diğer biçimlerini sona erdirmemizin yegâne yolu belki de bu.

Kaynak: Radikal