Demokrasiyi destekleyen ikiyüzlü Batılı liberaller, şimdi insanlar din yerine laik özgürlük ve adalet için ayaklandığında endişelere boğuluyor.
Tunus ve Mısır’daki isyanlarda Müslüman köktenciliğin bariz yokluğu gözümüzden kaçacak gibi değil. İnsanlar en hasından laik demokratik gelenek minvalinde baskıcı bir rejime, yolsuzluklarına ve yoksulluğa karşı ayaklandı, özgürlük ve ekonomik umut talep etti. Batılı liberallerin, Arap ülkelerinde gerçek demokratik duyarlılığın dar bir liberal seçkinler çevresiyle sınırlı olduğu, büyük çoğunluğun da olsa olsa kökten dincilik veya milliyetçilik üzerinden seferber edilebileceği yönündeki küçümseyici söyleminin yanlışlığı kanıtlandı. Esas büyük soruysa, bundan sonra ne olacağı. Bu süreçten siyasi zaferle çıkacak olan kim?
Tunus’ta yeni bir geçici hükümet atandığında, İslamcıları ve daha radikal olan solu dışarıda bıraktı. Burnundan kıl aldırmayan liberallerin reaksiyonu şuydu: İyi, temelde ikisi de aynı; iki totaliter uç – peki mesele bu kadar basit mi gerçekten? Asıl uzun süreli düşmanlık, tam da İslamcılarla sol arasında değil mi? Rejime karşı geçici olarak birleşmiş olsalar da, bir kez zafere ulaştıklarında, bölünüyorlar, ölümcül bir kavgaya tutuşuyorlar ve bu kavga genelde ortak düşmana karşı olandan daha acımasız biçimde oluyor.
İran ve Pakistan örnekleri
İran’daki son seçimlerden sonra tam da böyle bir kavgaya tanık olmadık mı? Reformcu lider Mir Hüseyin Musavi’nin yüz binlerce taraftarının uğruna ayağa kalktığı şey, Humeyni devriminin devamını sağlayan popüler rüyaydı: Özgürlük ve adalet. Bu rüya ütopyada kalsa bile, siyasi ve toplumsal yaratıcılığın, örgütsel deneyimlerin ve öğrencilerle sıradan insanlar arasındaki tartışmaların nefes kesici bir infilakına yol açmıştı. Toplumsal dönüşüm için eşi benzeri görülmemiş güçlerin dizginlerini boşaltan bu gerçek açılım, her şeyin mümkün göründüğü o an, sonradan siyasi kontrolün İslamcı kadroların eline geçmesiyle adım adım bastırıldı. DEVAMI>>>