Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimleri için yapılan itiraz, Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedildi. Beklenen bir sonuç; ama şunu söylemeden geçmeyelim. Anayasa değişikliğinin halk oylamasında kabul edilmesinin ardından hızlanan değişim sürecinde, benzeri kararlarla sıkça karşılaşacağız. Bu yeni bir ‘devlet aklı’nın hukuk zemininde inşa süreci ve ara sıra arızalar yapsa da sağlıklı bir yolda ilerliyor.

Israrla ve inatla dikkatlerden kaçırılan bir husus var. 12 Eylül 2010’da yapılan referandum, sadece 1980 askeri darbesinin ortaya çıkardığı anayasa ve sistemle değil, aynı zamanda 27 Mayıs darbesiyle de ciddi bir hesaplaşmaydı. Nitekim değerli siyasetçi Aydın Menderes’in oylama sürecindeki duruşu, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 27 Mayısçılar tarafından katledilen Merhum Adnan Menderes’le ilgili verdiği mesajlar bunun ifadesiydi. Onun için meseleyi ‘Hani 12 Eylülcüler yargılanacaktı, ne oldu’ gibi gündelik tartışmaların içine hapsetmek haksızlık.

27 Mayıs’la birlikte adeta bir hastalık gibi sistemin her yerini saran tehditlerin, yasal zemini önemli ölçüde yıkılmıştır. Yargı-ordu ekseninde adeta şamar oğlanı gibi savrulan siyaset, milli iradenin temsilcisi olma özelliğini gerçekten kazanacak bir hukuki zemine sahiptir. Adalet üzere kullandığı sürece de milletin desteği arkasında olacaktır.

***

Peki referandumun ardından sürecin bu kadar hızlanması, özellikle başörtüsü yasağı üzerinden gergin bir atmosferin ortaya çıkması normal mi? Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor. Başörtüsü yasağı üzerinden bugün söylenenlerin hepsini toplasanız bile, bu uygulama yüzünden ortaya çıkan zulmün milyonda birini ifade edemezsiniz. Ortada mağduriyetin çok ötesinde apaçık bir zulüm vardı ve bunu yapanların bir bölümü hala utanıp sıkılmadan kendilerini savunuyorlar.

Bu sorunun mutabakatla çözülmesine itirazım yok. Ne kadar geniş bir kitleye doğru anlatılırsa, çözüm de o kadar kalıcı olur. Lakin yaşananları sıradan olaylar gibi anlatmaya asla rıza göstermeyelim. Aksi takdirde bu uygulamanın sahiplerinin, insanımıza nasıl büyük zararlar verdiğini atlamış oluruz.

Yasak yüzünden yaşananları bir torbaya doldururcasına ‘mağduriyet’ diye bir köşeye atanlar, bunların her birinin nasıl dramatik öyküler olduğunu herhalde farkında değil. Binbir emekle kazandığı üniversitenin kapısından giremeyenler, okulunu bırakanlar, aileleri tarafından dışlananlar, çevrelerinin alaycı bakışlarıyla ezilenler. Diğer yandan ikna odalarında bugün yaptıklarını utanmaz bir gülümsemeyle anlatan, sözüm ona üniversite hocalarının önünde hesap veren, inandıklarıyla yaşadıkları arasında bocalayan onca insanın öyküsünü, siyasetin acımasız diliyle bir kenara atmaya kimsenin hakkı yok. Eşlerinin başörtüsü yüzünden baskıya uğrayan erkekleri saymıyorum bile.

Bir de şunu unutmayalım. Bu yasağın kalkmasını isteyenler, bunu bir başkasının aleyhine sonuçlar doğuracak şekilde talep etmiyorlar. Başkalarının elinden hakları alınsın, bize verilsin demiyorlar. Onun için ikide bir ‘Ben geçmişte başörtüsü yasağına karşı çıktım, ama şimdi de başı açıklar adına kaygı duyuyorum’ diyenlerin ciddiye alınacak bir tarafı yok.

Bunca acıya, baskıya, vurdum duymazlığa rağmen bu insanlar, hala ölçülerini koruyarak hak talep ediyorlar. Endişeniz olmasın, kendi yaşadıklarını, bir başkasının da yaşamasını asla istemezler.

***

Şu sözü Pascal’dan not etmişim: ‘Gücü olmayan adalet acizdir. Adaletten yoksun güç ise zalimdir.’

Ne acizlere tahammül edelim. Ne de zalimlere geçit verelim.  


 Kaynak: Star