Hâlâ barbarlığın kıyısında yaşıyoruz. Asgari bir demokrasi boğazın karşısından el sallıyor bize, ama biz, karşıya bir türlü geçemiyoruz. İki kulaçta nefesimiz tıkanıyor, boğuluyoruz.
Sağa mı kulaç atıyoruz, sola mı kulaç atıyoruz diye itişirken kramp giriyor, boğuluyoruz. Halbuki sağ ve sol tam da boğazın karşı yakasında anlam kazanıyor.
Karşıya sağı solu takmadan dimdik yüzmek isteyenler kendine liberal, demokrat, liberal demokrat, liberal solcu diyor, aralarında sosyalistlerin kadim karakoyunları da var. Ya da bazen bu kişiler kendilerine ne dendiğini umursamıyor, kimlik siyasetini beyhude buluyorlar. Çünkü karşıya dikine yüzmek isteyenler öncelikle ittifak arıyor.
Meseleyi sağ ve soldan çıkarıp muhafazakârlık ve muhafazakârlık karşıtlığıyla resmedersek, biteviye demokrasi patinajının nedeni belki biraz olsun ortaya çıkabilir.
Muhafazakârlığı bu yazıda, değişime karşı direnç gösterme, değişimi yavaşlatacak, erteleyecek siyaset, kavram, kavram kargaşası oluşturmak ve zaman zaman bütün imkânlarını geleceğe direnmeye vakfetmek anlamında kullanıyorum. Bu muhafazakârlık için demokrasiyle otoriterlik arasındaki çizgi çok belirli, çok anlamlı değildir. Özellikle demokrasinin kurumsallaşmadığı bir toplumda.
Böyle baktığımızda Türk siyasetinde ezelden beri tanıdığımız milliyetçi muhafazakârlar, yani MHP var. Faşizan-milliyetçi muhafazakâr MHP en azından net AB karşıtlığıyla kendi içinde tutarlı bir duruş sergiliyor. Dünyanın her milletinde şu veya bu şekilde var olan kerameti bütünüyle kendinden menkul milliyetçiliği temsil ediyorlar.
Sonra gayet tabii Atatürkçü otoriter muhafazakârlar var. Bunlar askerin sivil siyasetteki kanadı gibi. Askerle birlikte hareket ediyorlar. Atatürkçü muhafazakârların ultra muhafazakâr ya da daha doğrusu, gerici faşizan bir kanadı da var. Kemalistler ve ulusalcı solcular. Bunların gericiliğini artık asker bile tescil etti. Sanırım Ergenekon davası bu sayede kör topal yürüyor gibi duruyor.
Derken sırada gayet tabii Müslüman muhafazakârlar var. Bunların neredeyse hepsi AKP tarafından temsil ediliyor. Bunlar diğer muhafazakârlar arasında demokrasiye ve AB'ye en çok kerkinenler. Çünkü muhafazakârlıkları ve muhafazakârlıklarını ifade etme özgürlükleri büyük baskı altında.
Ve bir de son bir grup var ki, bu denemeyi bu grup enteresan kılıyor. Çünkü onlar tam olarak hiç tarif edilmediler. Ben bunlara 'modern muhafazakârlar' demek istiyorum. Bunların ideolojisi temelinde Doğan Grubu gazeteciliği ve televizyonculuğu tarafından oluşturuluyor. Ben nedense artık Doğan Grubu'nu siyasi bir parti gibi görüyorum. İstesem de bu gruba başka türlü bakamıyorum.
Bu grubun amiral gemisi Hürriyet, aslında satması gerektiği kadar satmayan bir gazete. Adeta sübvanse ediliyor. Her Beyaz Türk'ün şirketine adeta bir resmî gazete gibi alınan Hürriyet, topu topu 500.000 satıyor. Bu anlamda potansiyelinin çok altında bir satışı var. Hürriyet gibi bir gazetenin bir milyonun üzerinde satması lazım. Ama nedense bu 'bussiness kaybına' tahammül ediliyor.
Bu 'modern muhafazakâr grup' çok büyük ve karmaşık bir kitleye hitap ediyor. Bu kitle her zaman CHP'nin kitlesiyle örtüşmüyor. Ertuğrul Özkök biz CHP destekçisi değiliz derken doğru söylüyor. Değiller, çünkü CHP de tıpkı AKP gibi gerektiğinde onların rakibi olabiliyor. Zira Doğan Grubu, hem devletçi sağa hem devletçi sola çok geniş bir spektrumda hitap eden iddialı bir siyasi parti gibi.
Bu modern muhafazakârların en büyük iddiası 'merkez' olmak. Bu merkez olma duygusu, hitap ettiği kitleye memleketin asıl sahibi olma duygusunu da veriyor.
Bu modern muhafazakâr grubun en zalim yanı büyük mugalâta ve kavram kargaşası yaratma kabiliyeti. Demokrat terminolojiden faşizan terminolojiye, milliyetçi terminolojiden liberal terminolojiye, hem zaman hem de mekân içinde akıllara durgunluk verecek, vicdanları bulandıracak geçişler yapabiliyorlar. Ve bu tutarsızlığı büyük bir maharetle bir demokrasi gereği olarak gösterebiliyorlar. Muasırlığı medeniyetsiz tadabilmiş olmanın bütün imkânlarını kullanıyorlar. Değişimi yavaşlatmak ve ertelemek için bütün ideolojik imkânları kullanmaktan çekinmiyorlar. Bunun her aşamasında çok ince planlı ve hesaplı bir şekilde yapıldığını iddia etmiyorum. Bu artık siyasi bir oluşum. Güzelliği de burada.
Modern muhafazakârlar neye karşı olduğunu hep çok iyi biliyor, bilmedikleri zaman bunu çok çabuk üretiyorlar. Ama neye taraf oldukları konusunda karanlıkta gemi gibiler. Zaten bunun da pek önemi yok. Çünkü temel meseleleri korkuya medeni bir dil kazandırmak, medeni bir ton katmak. Yani bunlar ebediyen 'çaresiz demokratlar'. Çaresizlik üretiyorlar. Ve bu çaresizliği sağdan soldan kim arzu ederse ona satıyorlar. Her demokrat çare Türkiye'de onlar için aniden bir çaresizlik, hatta bir demokratik tehlike olarak tezahür ediyor. Bunlar hitap ettikleri kitleyle çok karmaşık bir tatmin ilişkisi içindeler. Diğer bir güçleri de bütün diğer muhafazakârlıkları etkileyebilme kabiliyetleri. Mesela Tayyip Erdoğan artık prototip bir modern muhafazakâr gibi davranıyor. TÜSİAD da bu modern muhafazakârlığın vazgeçilmez bir parçası.
Bu muhafazakârlığının temel farkı, demokrat bir terminolojiyi muhafazakâr bir gramerle sürekli harmanlayarak ortaya yepyeni kombinasyonlar çıkartması. Yaratıcı olmaları. Burada solun da sağın da verdiği imkânlardan faydalanıyorlar. Her otoriter rejim muhafazakârı gibi ne zaman açık faşizan bir söyleme sarılacakları da belli olmuyor.
Milliyetçi, Müslüman, modern muhafazakârlara DTP'nin mazlum milliyetçi muhafazakârlığını da ilave ederseniz geriye kalan çok küçük gruba, itaatsiz oldukları için çaresizce 'liberal' sıfatı kalıyor. Muhafazakârlığa itibar ve itaat etmeyen liberaller.
Aslında bu insanlar 'liberal aydın'dan ziyade büyük Türk muhafazakârlığının dışında kalan kişiler. Ve onların hepsini birden tanımlayacak bir isim bulmak da zor.
Muhafazakârlar için stratejik siyasi tercih olan ve tartışmaya ardına kadar açık her demokratik hamle, bu itaatsizlerde bir refleks olarak tezahür ediyor. Bir bakıyorlar ki, aynı demokrat refleksi birbirlerinden habersiz ve fakat aynı anda vermişler. Bu eşanlılık için de siyasi, vicdani bir bütünlük, tutarlılık (integrity) gerekiyor. Bu itaatsiz grubun gücü sayılarından ziyade 'siyasi bütünlük ve tutarlılık' kavramını' ve dolayısıyla sadeliği, basitliği demokrat siyasete ve onun siyasi iletişimi içine sokmuş olmaları.
Ama gelin görün ki, büyük Türk muhafazakârlığı bu itaatsiz grup karşısında her birleştiğinde –tek refleksleri bu- devlet ve ordu bütün cüssesiyle kendini gösteriyor ve geleceği gölgeliyor.
Geriye büyük bir umutsuzluk ve beyhudelik hissi kalıyor.
Kaynak: Taraf