Star gazetesinde yayınlanan Fadime Özkan imzalı "MHP'nin kafası karışık" başlıklı röportajın ardından çeşitli değerlendirmeler yapıldı. Siyasette her sözün mukabilini çağırması normal. Çünkü siyaset dinamik bir süreç. Kelimeler sadece değerlendirmez, sonuç için de etkili olurlar. Dolayısıyla savunmalar, mukabil eleştiriler, çeşitli sıfatları çağıran anlatım biçimleri olağan.
Bunu bir ölçüde zorlayan, sadece övgülere açık olan, eleştirileri her vakit "hainlerin, satılmışların, karanlık yerlere hizmet edenlerin" işi şeklinde okuyan zihniyettir. Bu yaklaşımın bir nedeni ait olduğu yeri kutsayan ve eleştiriyi bir tür "küfür" olarak değerlendiren "kesin inançlılık"tır. Diğeri ise hizmet kastıyla davranan, sıfatları bir söz mühendisliği olarak tasarlayan profesyonelliktir. MHP'de, aşkın ideolojik çekirdeği itibariyle birinci eğilim güçlüdür, ancak bu, profesyonellerin eksik olduğu anlamına gelmez. Fakat şunu kabul etmek gerekir: Siyaset yapmak, seçmenleri çatısında toplamak iddiasındaki her parti kamusal müzakerelerin konusu olmayı daha baştan kabul etmiş demektir. Siz konuşursunuz, sizin de hakkınızda konuşurlar.
Gelelim röportaja...Manşete çıkartılmış kafa karışıklığı her zaman kötü bir durum değildir. Modernleşme süreçlerini yaşayan ülkelerde aslında herkesin kafası karışıktır. Yerleşik akletme biçimlerinin, sınıfların, kimliklerin, yapıların altüst olduğu ve yeniden inşa edildiği dönemlerde, kafa karışıklığı yaratıcı yeni hamlelerin kuluçkası olabilir ya da sahibini felç edebilir. Bunu tayin edecek olan tek başına kafa karışıklığı değildir, yenidünyaya doğru hamle yapılırken toplumla kurulan ilişkilerin sahihliği, onların tutarlı temsili, yeni yaklaşımlar, tanımlar, siyasetler getirebilme kapasitesidir. Türkiye'de kimlikler, ulus devlet, özgürlükler, bir arada yaşama şartları denildiğinde zihni berrak kimse yoktur. Çünkü süreç bir alacakaranlıkta yaşanmakta, sınama yanılma yoluyla mesafe alınmaktadır. MHP baştan beri milliyetçilik ekseninde siyaset yapmış bir parti olarak, bugün küresel çapta milliyetçiliğin ve milli devlet yapılarının yaşadığı krizden derin bir şekilde etkilenmektedir. Bir milli egemenlik projesi olarak milli devlet, tabi durumdaki mikro milliyetçiliklerin meydan okumasıyla karşı karşıyadır. Siyasi iradeyi egemen milliyetçiliğe veren geleneksel milli devlet, kendini farklı kimlikler üzerinden tanımlayan milliyetçiliklerle nasıl uzlaşacaktır? Onlara kendi milli devletinde nasıl bir yer verecektir? Bunlar bastırılacak mıdır, yoksa kimlik, kültür bağlamında milliyetçiliklerine izin mi verilecektir? Bir yandan ülkeler demokratikleşirken diğer yandan bunu kayıt ve şartlarla yürütmek mümkün müdür? Vs...
MHP, özellikle Genel Başkan Devlet Bahçeli ile birlikte, Türk milliyetçiliğini etnik kökenine çağıran şartları reddetmiş, milletleşme sürecine ve kazanımlarına sahip çıkmıştır. İkincisi, demokrasiyi, halk iradesini özel bir şekilde vurgulamıştır. Üçüncüsü, milliyetçiliğin jargonundaki kimi kavramlar üzerinden provokatif seçmeler yaparak bir toplumsal ve siyasal mühendisliğin peşinden koşan maceracı eğilimlere kesin şekilde kapılarını kapatmıştır. Aslında bu üç karakteristik tavrın tam da kriz durumuyla ve kafa karışıklığıyla bağları vardır. Can alıcı soru şudur: Demokratik çizgiyi savunan, milliyetçiliği kucaklayıcı bir şekilde tanımlayan MHP, "Ben Kürt'üm ve kendi kimliğime, kültürüme sahip çıkmak istiyorum" diyen kişiyi kamusal müzakerenin bir unsuru olarak görebilecek midir? Bu konudaki zihni temrinlere, tartışmalara olumlu çizgide katkı verecek midir? Kendisi de bir kimliğe dayalı olan Türk milliyetçiliğinin defterindeki, kategorik olarak düşünülmesi gereken "kimliklere saygı" bahsi neleri içermektedir? MHP bu konularda arafta durmakta, kendisi "alacakaranlıkta, sınama yanılma ile" yol alınan bu sürece katılmamakta, söz söyleyenlere ise antipatiyle davranmaktadır. Araf zor bir konumdur. Suskunlukla ancak tahminlere dayalı arızi bir çekiciliğiniz olabilir. Hayat çok gerçek halleriyle yoluna devam eder ve sizden muhakkak kendi üzerine sözler bekler.
İKTİDAR ADAYI BİR PARTİNİN KULLANMAYACAĞI BİR DİL
İkinci kafa karışıklığı ise anayasa değişikliği ile ilgilidir. İçeriğin yeterliliği ayrı bir bahis, fakat girişimin mantığı, Türkiye'nin demokratikleşme sürecindeki müktesebattan hayat bulmaktadır. Altmış yıldan beri Türkiye'de atanmışlarla seçilmişleri işbirliğine zorlayan, atanmışlara yer yer bir vasi ödevi yükleyen iktidar etme şartları vardır. DP'den beri tüm merkez sağ partiler, AP, MHP, MSP, ANAP, nihayet AKP, aynı geleneğin takipçileri olarak seçilmişlerin safında yer almışlardır. Gidip hangi MHP'liye "Memleketi bürokratlar mı yoksa sandıktan çıkanlar mı yönetsinler?" deseniz, vereceği cevap sandıktır. Bürokrasinin siyaset üzerindeki vesayetini reddeden sayısız yazıyı rahmetli Dündar Taşer'in, Erol Güngör'ün, Allah uzun ömür versin Nevzat Kösoğlu'nun yazılarından bulmak mümkündür. Atanmışlar/seçilmişler meselesinde halkın önüne gelecek sadece iki tercih vardır. Üçüncü bir cazibe eğilimi oluşturmak imkânsızdır. Bu tercihleri de hâlihazırda en başarılı şekilde AKP ve CHP üstlenmişlerdir. Ancak sorunun derinliği dolayısıyla insanların değerlendirmeleri partiler üstü bir mahiyet taşır. Bu tür konularda partileri öne çıkartmak herkes için mahzurludur. Referandum halkın önüne gittiğinde, AKP oylarını fazlasıyla aşan bir desteğe sahip olacağı kimi araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Lehte oy kullanacak olanlar muhakkak AKP'lilerin yanı sıra başka partilerden insanlardır.
MHP'nin elit kadrosu, iktidar olma stratejisinde en büyük rakip olarak AKP'yi görmekte ve adeta her türlü hesabı kitabı "siyasal düzlemdeki" ilişkiler esasında yapmaktadır. Anayasa değişikliği konusundaki tutum da bu yöndedir. MHP için odak noktadaki "Anayasa değişikliği" değil, bunu gündeme getiren parti olarak "AKP"dir. Bir siyasi strateji olarak AKP'ye yönelik hesabı, pratikte Anayasa değişikliğine karşı olmak şeklini kazanmıştır. İki tercihten ibaret bir temel sorunda böylelikle MHP ister istemez hayırcıların safına geçmiş görünmektedir. MHP'nin yeri orası olmadığı için resmi flulaştırıcı, geleneği hatırlatıcı bazı adımların atıldığını görmekteyiz. Mesela CHP değişiklikleri Anayasa Mahkemesi'ne götürmek istediğinde MHP buna itiraz etmiş, referandumun yapılmasını savunmuştur. Keza kategorik olarak Anayasa değişikliğine karşı olmadığını, itiraz ettiğinin zamanlama ve yöntem olduğunu vurgulamıştır. Tüm siyasetler ve stratejiler değerini halkın nezdinde bulur. Kimileri bunları makul ve uygun yaklaşımlar olarak görebilir, kimileri de "Hatice'ye değil neticeye bak" diyebilir. Onu da muhakkak zaman gösterecektir.
MHP, Türkiye'nin önemli ve çok gerekli bir partisidir. Onu iktidar adayı bir partinin hak ettiği ağırbaşlılığından çıkartıp kamusal tartışmaların cevval delikanlısı gibi gösterecek her kişi, soy MHP'lilik değil MHP düşmanlığı yapmış olacaktır. Fikri uzletin keskinliğinden farklı ilişkilerin toleranslı dünyasına geçmek, her sözü kendi mecrasında karşılamak, mukabil sözleri eleştiri sahiplerinin de faydalanabileceği bir söylemle ortaya koymak çok önemlidir. Unutmayalım ki iktidara yürüyen ya da iktidar olan hiçbir partinin lügatinde sıfatların keskin anlatımına dayalı bir dil yoktur. Bu dille marjinallik arasındaki yakın ilişki dikkate alınmalıdır. Elbette iktidara yürümek ilgili partinin kendi iklimini temsil eden dile müdahale ile değil, o dilin hayat bulduğu iklime müdahale ile mümkün olabilir. Marks'ın çok haklı bir şekilde söylediği gibi: "Yanılsamalardan kurtulma isteği esasta yanılsamalar doğuran bir şarttan kurtulma isteğidir."
Kaynak: Zaman