"Birdenbire seni andım
yahudi
karla kaplı o karanlık ormanların ardında
dahav sis içindeydi
belki de hâlâ sıcak
belki de hâlâ tüten
fırınlar sis içinde
ürperdim bakamadım o kanlı kampa
çevirdim gözlerimi sıcak mavi sularına güneşli kıyıların
dahav'ın öbür yüzü filistin"

Evet, Dahav'ın öbür yüzü Filistin, öbür yüzü Gazze. Hasan Hüseyin bu dizeleri yazalı neredeyse kırk yıl olacak ve maalesef mes'elenin özünde değişen bir şey yok: İsrail, başta Gazze olmak üzere, yer yer bir Nazi kampına döndürdüğü bölgede, bırakın hukuku, insanî hiçbir değer tanımayan davranışlarına devam ediyor. Mavi Marmara'ya yönelen vahşi saldırganlık, son örnek. Devamı gelecek mi? Yoksa bu, İsrail saldırganlığının gerçekten son örneği mi olacak?

Başbakan Erdoğan, Latin Amerika gezisi sırasında verdiği demeçte de, AK Parti grubunda yaptığı konuşmada da çok önemli noktaların altını çizdi ve çok doğru bir yaklaşım sergiledi. Kısaca hatırlayalım: (1) Mavi Marmara'nın önderlik ettiği Gazze'ye insanî yardım girişimi, devletlerden tümüyle bağımsız bir sivil inisiyatifi niteliğindedir. Bunun anlamı, yaklaşık 32 ülkenin yurttaşlarının gönüllü inisiyatifi niteliğindeki bu insanî yardım girişiminin, günümüz dünyasında giderek önem kazanmakta olan ulus-ötesi yurttaş eylemlerinin önemli bir örneğini oluşturmasıdır. (2) Türkiye Devleti, diğer her devlet gibi, bu girişimin içinde yer alan yurttaşlarının güvenliğini korumakla yükümlüdür ve İsrail'in uluslararası hukuka da insanî değerlere de tümüylü aykırı saldırganlığının müeyyidesiz kalmaması için uğraşacaktır. (3) Türkiye bunu, tek başına ve tek yanlı değil, uluslararası camia ile birlikte ve uluslararası hukukun imkânları içinde kalarak gerçekleştirmek istemektedir. Nitekim ilk önemli netîce de alınmış ve BM Güvenlik Konseyi'nden İsrail'e yönelik sert ve ağır bir kınama gerçekleşmiştir. Bunun devam etmesi ve İsrail'in uluslararası camia tarafından dışlanması gerekmektedir. Bu yöndeki işâretler de giderek artmaktadır. (4) Başbakan'ın konuşmalarında çok doğru bir biçimde saldırganlığın baş sorumlusu olarak İsrail hükûmetini göstermiş olduğunu da unutmamalıyız. Bu, olayın sıcaklığı içinde, haklı heyecanların yol açabileceği ölçüsüz tepkilere karşı duruş anlamında kuşkusuz önemlidir. Buna ek olarak, hükûmet ile devletin ve İsrail yurttaşlarının bütününü birbirinden ayıran bu yaklaşım, İsrail halkına bu hükûmetten kurtulmaları yönünde bir çağrı yapılmasına da imkân vermektedir.

Başbakan'ın açıklamalarında öne çıkan bu noktalar, uluslararası ilişkilerde daha genel bir düzeyde yaşanmakta olan değişim hakkında da bir fikir vermektedir. Burada, öncelikle Gazze'ye insanî yardım girişiminin ulus-ötesi bir yurttaş inisiyatifi niteliğinde olması dikkat çekicidir. Uzunca bir süredir her biri kendi egemenlik yetkilerine sâhip varlıklar olarak kabûl edilen ulus-devletlerin devlet olarak kurdukları ilişkilerden oluşan uluslararası ilişkilerde bir süredir devlet-dışı gönüllü yurttaş örgütleri ve inisiyatifleri de etkili olmaktadır. Bu anlamıyla ulus-ötesi yurttaş girişimlerinin uluslararası ilişkilerde etkili olması, bu girişimlerin dar ve potansiyel olarak çatışmacı ulusal çıkar temeline dayanan uluslararası ilişkilerin mahiyetini olumlu yönde değiştireceği kuşkusuzdur. Mavi Marmara hâdisesi, daha şimdiden, bu yönde önemli bir örnek oluşturmuş ve örneğin İsrail'in kendisini (ulusal varlığını ve çıkarlarını) korumak için bu "müdahaleyi" gerçekleştirdiği türünden bir tür ulusal nefs-i müdafaa gerekçesini boşa çıkarmıştır.

İNSANİ DEĞERLER TEMELİNDE BİRLEŞMEYE ÇAĞRI OLDU

Mavi Marmara hâdisesinin ortaya koyduğu bir diğer önemli nokta, bu ulus-ötesi yurttaş inisiyatifinin maruz kaldığı haksız saldırganlığın hak ettiği biçimde cezalandırılması için, başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere bütün devletlerin ve uluslararası örgütlerin ittifak içine girmiş olmalarıdır. Bir anlamda İsrail'i tüm dünyada yalnızlaştıracak olan bu gelişme, aslında, olayın somut gerçekliğini aşan bir biçimde, uluslararası camianın insanî değerler temelinde bir araya gelebileceğini de göstermektedir. Bu, gerçekten önemli bir noktadır ve dünya devletlerinin İsrail saldırganlığına karşı böyle bir ittifak içine girmeleri gerçekleşebilirse, belki de ilk defa ulusal çıkar kavramını aşan bir beraberlik ortaya çıkmış olacaktır. Bugüne kadar karşılıklı ilişkileri kendi "ulusal" çıkarlarına göre, barışçı veya çatışmacı biçimlerde kurulagelmiş olan devletler, şimdi, ulusal çıkar kavramını aşan bir küresel yurttaş inisiyatifinin önderlik ettiği gelişmelerin neticesinde, sadece insanî değerler adına bir araya gelmiş olacaklardır.

Bu noktada, İsrail'in bu son saldırganlığına yönelik olarak uluslararası hukuk temelli değerlendirmelere de bir göz atmak yerinde olacaktır. Mavi Marmara'ya yönelik saldırı ile ilgili olarak, hatırlanacağı üzere, bu saldırının İsrail karasuları dışında, açık denizde gerçekleştiği ve İsrail'in böyle bir saldırı için uluslararası hukukun kabûl edebileceği hiçbir gerekçesinin bulunmadığı söylendi. Bilgili ve âkil adamlar, silâh veya uyuşturucu taşınması, köle ticareti yapılması gibi istisnaî hâller dışında, açık denizde seyreden gemilere bu biçimde saldırı ve müdahale yapılamayacağını vurgulayarak, İsrail'in eyleminin ne denli hukuksuz olduğunu tespit etmiş oldular. İsrail de kendisini, meşrû müdafaa teziyle savunmaya çalıştı, muhtemelen bundan sonraki süreçte de aynı tezi işlemeye devam edecek. Burada dikkat çekmesi gereken konu, olayın değerlendirilmesinde müracaat edilen uluslararası hukuk kurallarının, ulus-devlet birimine göre ve ulus-devletlerin çıkarları temelinde şekillenmiş olmasıdır.

Uluslararası hukuk, ulus-devletlerin çıkarlarına göre oluşmuş bulunan kural ve mekanizmaların ötesine geçen bir insanî hukuk düzenini de oluşturmaya çabalamaktadır ama bu çaba, ulus-devletlerin kendi çıkarlarını gözeten akıl ve davranış tarzından kaynaklanan engellere takılmaktadır. Mavi Marmara hâdisesiyle ilgili olarak, bu bağlamda, şöyle bir soru da akla gelmelidir: Acaba Mavi Marmara İsrail karasuları dışında değil de içinde olsaydı, İsrail'in saldırısı haklı, daha doğrusu hukuka uygun görülebilir miydi? Burada temel mes'ele, İsrail tarafından haksız bir ablukaya maruz bırakılmış olan Gazze'ye tamamen insanî amaçlarla yardım götürülmesinin yine İsrail tarafından engellenmesidir. İsrail'in Gazze ablukası ne denli haksız ve insafsızsa, Gazze'ye insanî yardım girişimlerini engellemesi de o denli haksız ve insafsız olacaktır, bu engelleme uluslararası hukuka uygun şartlarda yapılmış olsa bile.

Dolayısıyla Mavi Marmara hâdisesi, uluslararası hukukun da, ulusal çıkar temeline dayanmaktan kurtulup, ulus-ötesi yurttaş inisiyatiflerinin etkisi altında değişmek zorunda olduğunu göstermiştir. Dünya devletlerini insanî değerler temelinde birleşerek tavır almaya yöneltebilecek olan Mavi Marmara, acaba bu son örnekte görüldüğü türden barbarlıklardan da kurtulmamız için yeni bir uluslararası ilişkiler rotası da çizebilecek midir? Mavi Marmara'yı oluşturan dünya yurttaşlarının inisiyatifi, en azından bu potansiyelin mevcudiyetini kanıtlamışlardır. Şimdi mes'ele bu potansiyelin gerçek olması için uygun politikalar üretmektir.

Kaynak: Zaman