Türkiye'de iki iktidar var: Biri, görünen iktidar; diğeri görünmeyen iktidar'dır. Görünen iktidar, hükümettir. Görünmeyen iktidar ise, gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim unsurlardan oluşan laikçi "şebeke" ile laikçi ulusalcılardır.
Türkiye'de, görünen siyasî iktidar, gerçek anlamda iktidar değildir ve hiç bir zaman da gerçek anlamda iktidar olamamıştır. Oysa demokrasinin hâkim olduğu ülkelerde, gerçek iktidar siyasî iktidardır; bürokratik ve teknokratik güç ve çıkar odakları, siyasî iktidarın kontrolündedir bir şekilde. Bu öylesine böyledir ki, örneğin ABD'de, her siyasî iktidar, iktidara gelir gelmez bürokrasiyi silbaştan değiştirir.
Türkiye'de gerçek iktidar, bürokrasiyi, teknokrasiyi, güç ve çıkar odaklarını tam anlamıyla kontrol eden kahir ekseriyeti gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim unsurlardan oluşan görünmeyen laikçi "şebeke" ile laikçi ulusalcılardır.
(Hiç bir insanın ırkî veya etnik kökeninden, dînî ya da felsefî inancından ötürü kınanamayacağını, bunun son derece ilkel bir tavır olacağını; her insanın, istediği şeye inanmakta özgür olduğunu ve hiç kimseye hiç bir inancın aslâ dayatılamayacağını düşündüğümü; burada sürekli gizlenen bir olguyu gün ışığına çıkarmaya çalıştığımı özellikle hatırlatma ihtiyacı hissediyorum).
Bu gerçek, gayr-ı Türk ve gayr- müslim unsurların gerçekleştirdiği 1908 komitacı darbesinden bu yana böyledir ve çok partili siyasî hayata geçtiğimiz zamandan itibaren de kısmen görünür hâle gelmiştir: Menderes'ten 1960'ların Demirel'ine, Özal'dan Refahyol'un Erbakan'ına ve nihayet Erdoğan'ın tek parti hükümetine kadarki süreçte Türkiye'nin kaderini, rotasını, iç ve dış politikalarını siyasî yönetimlerin belirlemesi sözkonusu olamamıştır. Menderes idam edilmiş, 1960'ların Demirel'i "devşirilmiş", Özal öldürülmüş, Erbakan zorla iktidardan uzaklaştırılmış, şimdi ise Erdoğan medyatik ve bürokratik aygıtlarla devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.
Türkiye'de gerçek iktidarın, siyasî iktidar değil; aksine gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim laikçi "şebeke" ile laikçi ulusalcılardan oluşan siyaset-dışı bürokratik güç ve çıkar odakları olduğu gerçeğini en iyi şekilde, medyanın durumuna baktığımız zaman görebiliriz. Çağımızda en etkili güç aygıtı ve üreticisi medyadır. O yüzden medya, her yerde gücün medyası olarak iş ve işlev görür. Türkiye'de de gerçek güç ve çıkar odakları merkez medyalara hâkimdir.
O yüzden Menderes'ten Özal'a, Erbakan'dan ve Erdoğan'a kadar Türkiye'deki temel siyasî aktörler, sürekli olarak merkez medya'nın saldırısına, karalama, yıpratma ve yıldırma kampanyalarına maruz kalmışlardır.
1908 komitacı darbesinden bu yana, büyük ölçüde gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim unsurlardan oluşan laikçi "şebeke" ile 28 Şubat'tan itibaren "küresel terör tehdidi" numarasının aynı İslâm-karşıtı stratejileri, "irtica tehdidi", "ılımlı İslâm tehlikesi" gibi ötekileştirmelerle / şeytalaştırmalarla Türkiye içinde benimseyen, laikçi şebeke ile ulusalcılar, Türkiye'nin görünmeyen ama gerçek iktidarlarıdır: Laikçi güç ve çıkar odakları, kendilerinin sözcülüğünü ve gözcülüğünü yapan merkez medya'yı kontrol etmektedir. O yüzden, Türkiye, kolaylıkla karıştırılabilmekte, Türkiye'de kolaylıkla gerilimler, kaoslar, yapay çatışmalar icat edilebilmektedir.
Laikçi şebeke ve özellikle de ulusalcılar, görünüşte emperyalizm karşıtı söylemler geliştirmelerine rağmen, gerçekte Batılıların Türkiye'deki gönüllü acentalarıdır: Küresel Batılı sistemin omurgasını sekülerlik oluşturur. Türkiye'deki laikçi şebekenin ve ulusalcıların âmentüsü de sekülerliğin en bağnaz laikçilik biçimleridir. Küresel seküler sistemin de, Türkiye'deki laikçi şebekenin ve ulusalcıların da birincil stratejisi, İslâm'ın tarihin yapılmasında belirleyici bir aktör olmasının önüne geçmektir.
Türkiye'deki laikçi şebeke ve ulusalcılar, "ılımlı İslâm projesi"nin İslâm'ın sekülerleştirilmesi ve bitirilmesi projesi olduğunu göremeyecek kadar ilkel bir zihin yapısına sahiptirler. Ayrıca laikçiler, İslâm'a karşı duydukları nefretten ötürü, laikçilik projesinin Türkiye'nin iddialarını bitirmekle ve Türkiye'yi seküler küresel sistemin karikatürü, gönüllü acentası, sömürgesi ve kölesi hâline getirmekle sonuçlanacağını görememektedirler.
Oysa, laikçi proje, Türkiye'nin bitirilmesiyle sonuçlanacak bir projedir: Türkiye ne kadar çok sekülerleşirse, hem toplumdaki İslâmî duyarlıklar o kadar bastırılmış ve böylelikle etnik duyarlıklar pekiştirilmiş olacak, hem de Türkiye'de şirret, İslâm'dan nefret eden bir kesim icat edilerek Türkiye sosyo-kültürel olarak tam ortasından ikiye bölünecektir. Laikçilerin Türkiye'yi önce zihnen ve kültürel olarak, sonra da siyasî olarak Batılıların çıkarlarına hizmet edecek bir yok-ülkeye dönüştürmekten başka bir projeleri olmadığı yeteri kadar anlaşılmış olmalıdır. Oysa bu, Türkiye'yi bitirecek, Türkiye'nin başına gelebilecek en büyük felâket olacaktır.
Kaynak: Yeni Şafak