Kurumsal kibir, Obama'nın kahvaltı duası, CHP'nin Sadaka'ya uzaklığı
Kahvaltı hazırlıyordum. Radyo açık. İsviçre'nin "en saygın" bankalarından UBS'den bahsediyor. Normalde algı alanıma girmeyecek bir haber. Fakat yeni dünyanın yeni yoksullarına odaklandığım için algılarım sabah telaşına rağmen açık hale geliyor. Bu bankayı nereden hatırlıyorum? Bir kaç ay önce sekiz bin çalışanını işten çıkaracağı haberini okumuştum.İşten çıkarılacakların özellikle Amerikalılar olacağı haberini.
Ülkeler ile bütünleşmiş mekanlar vardır. İsviçre bizim için kara paraların kaçırıldığı bir bankadır mesela.Frankfurt kitap fuarında Frankfurt'un banka yüzlü bir şehir olarak kodlamıştım,rehberimiz bizi şehrin içinden geçirirken nüfusun ezici bir çoğunluğunun bankacılar olduğunu söyleyince.
Yeni dünyanın krizlerini en çok bankayüzlü ülkeler ve bankayüzlü şehirler yaşayacak gibi görünüyor. Haber metni çok ilginç.Ben banka yüzlü şehirlere odaklanmışken, algım haber metninin içinden bir tamlama yakalayıp getiriyor:Bankacı kibri.
Genç bir arkadaşın birkaç yıl önce birilerinden bahsederken "kurumsal kibir" dediğine tanık olmuştum. Çok çarpıcı bir kavram kurumsal kibir.
Daha çok kazanma hırsının biriktirdiği kurumsal kibirlerle dünyanın başı dertte.Bankacı kibrinin fitilini ateşlediği küresel krize tevazu dışında taşıyabileceğimiz yangın söndürücü var mı?Yok.O kadar hevesle beklenen ağzından çıkacak bir kelam ile küresel krizi şıp diye durduracağına inanılan Obama, bize zaten bildiğimiz ama unuttuğumuz şeyleri hatırlattı.Üç dinden güç alarak insanları sosyal adalete çağırdı.Tevazua,sabra ve paylaşmaya çağırdı.
Peki insanların Obama'nın çağrısı duyacak kulakları var mıdır?Obama'nın dua kahvaltısının muhtevası pek çok insanda bizim Nasrettin Hoca fıkrasının izini bırakmıştır diye düşünüyorum.(Rahmetliyi anmadan geçirdiğim bir gün var mı?).Fıkrayı bilirsiniz.Nasrettin hoca heybesini kaybeder.Arar tarar bulamaz.Tehditler yağdırmaya başlar.Heybemi bulun.Heybemi bulun.Yoksa ben yapacağımı bilirim.Ahali telaşlanır.Korkunun verdiği azim ile daha bir gayretle ararlar hocanın heybesini.Sonunda bulunur heybe.Bir oh çekerler.Oh çekerler çekmesine de merak etmekten de kendilerini alamazlar .E hocam farzet ki bulamadık heybeni ne olacaktı o zaman?Hoca gayet sakin cevap verir.Ne mi yapacaktım.Evde eski bir kilim vardı.Kesip onu heybe yapacaktım.
Obama da, Gezegenin umutlarını onca yükseğe çıkardıktan sonra küresel krize çözüm olarak "komşusu aç yatan bizden değildir" hadis-i Şerifinin muhtevasını üç kitabı dindeki karşılığını zikretmekten başka bir şey yapamadı.
Sadece Obama değil ABD'nin önde gelen sosyologları da krizden çıkmak için ekonomik tedbirlerin değil yeni sosyal adalet sözleşmelerinin önceliğinden bahsediyor. Columbia Üniversitesi Sosyoloji Profesörü Sudhir Venkatesh, yeni bir toplum sözleşmesinin gerekliliğini şöyle ifade ediyor: "Yeni bir toplum sözleşmesi çerçevesinde sosyal adalet kavramını canlandırmalıyız. Bunu yapmıyoruz, çünkü serbest piyasanın otomatikman adaleti sağlayacağına inanıyoruz. Papaz yerine koyduğumuz iktisatçılara inanıyoruz. Ama piyasa mantığı bir topluma ne adalet ne de centilmenlik kazandırır."
CHP zihniyetinin "sadaka" diye küçümsediği doğrudan yardımlaşma küresel krize alternatif olarak dünyanın gündeminde.Adı sadaka değil elbet.Ama sadakanın ruhunu yerleştirmeye çalışıyorlar.Obama binlerce işsiz insan evine ekmek götüremezken bizim onlar için yapabileceğimiz bir şey olmalı derken ekmeği olanları, ekmeği olmayanlarla bölüşmeye davet ediyor.Sadaka da bu değil midir?Sende olanı, olmayan ile paylaşmak.Çünkü sendeki de senin değildir zaten.Sadakanın ruhu "mülk Allah'ındır" anlayışına iman etmeye dayanır.
Dindarlar sadaka ile insanların yaralarının bir anlığına da olsa dindirileceğine –dikkat edin lütfen yaralarının tedavisine demiyorum- inanıyor?Peki sekülerler ne yapıyor? Yeni bir yöntem bulmak yerine dindarların yaptığının yanlışlığına ispat etmeye adıyorlar kendilerini.
Sosyal Devlet anlayışının bütün dünyada çökmekte olduğunu görenler de, fakirlere yapılan ayni yardımı yıllarca "sadaka" diyerek küçümsedikten sonra, başta Emre Kongar olmak üzere gittikleri yoldan u dönüşü yaparak vatandaşa sesleniyor: "Alın ananızın ak sütü gibi kullanın,Oyunuzu da istediğiniz partiye verin " .Elbette seçmen oyunu istediği partiye verecek.Teşbihte hata olmaz, eşeğin aklına karpuz kabuğu getiren sizsiniz.
Yardımları seçim yardımı olarak görenler ( bu konuda ciddi endişeler taşıdığımı da saklayacak değilim) bu yardımlar yerine sosyal adalet projelerinin gerçekleştirmesini söylüyor. Doğrudur.Ben de bunu tercih ederim.Lakin Sorun şu ki bu söylem on yıl önce etkili idi.Şu an bizim öncelikli gündemimiz, küresel krizin yangını altında üç gününü kurtarmış olanların, bir gününü kurtaramayacaklara yardım etmesini sağlamak olmalı.
Kendimiz için daha az, komşumuz için daha çok tüketerek ekonominin çarkının durmasını engelleyebiliriz ancak.Komşu dedik de.Mesele buruda düğümleniyor ya.Zenginlerin zenginlerle komşu olduğu "site" hayatında tıksırıncaya kadar yemiş olanlara, yoksulların ve yoksunların bitap düşmüşlüğünü nasıl göstereceğiz?!
Yeni Şafak