DEP milletvekilerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin Meclis tutanakları insanın yüzünü kızartacak bir "ibret vesikası"dır.
Bu kez bir farklılık var.
Yıllar önce 1991'de yaşananlara bakıldığında Türkiye'nin demokrasi fikri konusunda önemli bir yol aldığı ortada. Bugün bırakın dokunulmazlıkların kaldırılmasını, DTP'ye yönelik kapatma girişimi tüm siyasi aktörler tarafından ciddi bir eleştiriye tâbi tutuluyor.
Siyasi zihniyet ve demokratik duyarlılık konusundaki gelişmeler lafla kanıtlanmaz. Belirleyici olan kritik anlarda, somut konularda atılan adım ve alınan tavırlardır.
Bu açıdan bakıldığında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dün grup toplantısında yaptığı konuşma tarihsel nitelikteydi.
Şöyle diyordu Başbakan:
"Bizim yaklaşımımız, demokrasiyi içine sindiren ve anayasal düzene uygun hareket eden herkesin demokratik sistem içinde tutulmasıdır. Bunu başarmak da bizim, siyasilerin görevidir. Demokrasi, her türlü farklılığı içinde barındıran ve tolere eden bir sistemdir.
Hukuka uygun olmak kaydıyla, tüm farklı görüşmelere tahammül göstermek gerekir. Demokrasimizin ulaştığı olgunluk seviyesi geçmişle kıyaslanamayacak bir noktaya ulaşmıştır. Demokrasimiz, siyasal sistemimiz, anayasal düzenimiz kendisini koruyabilecek, sarsıntılara göğüs gerebilecek bir güce sahiptir…"
Bu konuşma sadece AK Parti açısından değil, Türk siyasi hayatına egemen olan merkez sağ siyasi geleneğin geçirdiği bir değişime işaret etmesi bakımında da önemlidir.
Bir dönemler genç öğrencilerin idamı söz konusunda olduğunda havaya kalkmak için yarışan eller, yerini yukarıdaki sözleri alkışlayan ellere bırakmışsa, bu gelişmeyi kimse hafife almamalıdır.
Hafife alınmamalıdır zira, "siyasi şiddet tavana vururken, DTP bu yolda yalpalarken ve öfkenin nesnesi haline gelirken, bu tablonun bir linç girişimine dönüşmesini engelleyen" (bir iki istisna dışında) siyasi partilerin yukarıdaki mantık üzerine oturan tavrı olmuştur.
Kapatılma davasına rağmen "siyasi soğumayı sağlayan", hatta kamuoyundaki hassasiyeti tersine çeviren ise siyasi iktidarın tutumu olmuştur…
"Demokrasi şiddet dışında her türlü farklılığı içinde bulunduran bir sistemdir, karşı olsak da, tüm farklı görüşlere varlığını savumalıyız" mantığı "hukuk, siyaset ve meşruiyet" gibi açık bir ilkelere gönderme yapar…
İlke hayatidir…
Zira kalıcı, sorun çözücü siyasi aklı üreten hemen her zaman ilkeler olmuştur.
Yine öyle oluyor…
Siyasi iktidar, bu ilkelere dayandığı için PKK'nın kazdığı yeni tuzağa düşmemiştir…
Bu tuzak Kürt sorunun tümüyle şiddet-siyaset ilişkisi içine çekilmesi üzerine kuruludur.
Bu tuzakla, belli ki PKK ve DTP içindeki şahin anlayış Kürt meselesinde tek temsilci haline gelmeyi hedeflemektedir. Kürt sorununu, bu sorunu oluşturan gerçek siyasal ayaklarla değil, bir örgüt politikası üzerinden tanımlanmak istemektedir. En önemlisi "baskı karşısında şiddetin meşruiyeti"den dem vurmayı amaçlamaktadır.
Bunlar içinde en önemli nokta, PKK ile Kürtler arasında mutlak bir özdeşlik kurması, insanların, aktörlerin, farklılıkların olmadığı homojen ve kurgusal bir yapıyı meşru ilan etmesidir…
Evet, ilkeler siyasi aklı besler…
İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın "Demokrasiyi teröre feda etmeden yol almak" sözleri ve "yol almak sözü" etrafından yapılan genel aftan PKK'nın silahsızlandırılması uzanan tartışmalar bize bunu gösteriyor…
Bu durum aynı zamanda DTP'yi en azından sembolik siyasete yeniden davet ediyor…
Ufukta küçük de olsa bir ışık var…
Kaynak: Yeni Şafak