Türkiye'nin bir numaralı sorunu açık ara asker sorunudur. Nitekim dün yazıya şöyle başlamıştık:

Son 10 yılın öyküsü hem askerin siyasete müdahale girişimlerinin öyküsüdür, hem bir sivilleşme sürecinin öyküsü…

Öylesine ki, 28 Şubat dışında, askerin siyasete yönelik açıklama, e-muhtıra, eylem planları gibi müdahale girişimlerinin hemen tümü söz konusu sivilleşme sürecine verilen tepkiler şeklinde karşımıza çıkmıştır. 27 Nisan muhtırasında, 2007'de karargâh politikası değişiminde, Ergenekon'a ve Şemdinli'ye verdiği tepkilerde asker özerk alanını, siyasi rol ve ağırlığını korumak istemiştir.

Son andıç sadece bir belge olarak değil, bir tartışma olarak da aynı duruma gönderme yapıyor. Bu belge üzerinden bugün askerin siyasetteki yeri, konumu, meşruiyeti her yönüyle tartışılıyor, askeri kurumun denetlenmesi gereği telaffuz edilmeye başlıyor.

Ve şöyle bitirmiştik yazıyı:

Askerin önünde iki yol vardır:

Ya kendisini sorgulayacak, siyasi yerini kabul edilebilir noktaya çekecek ve değişecek…

Ya da bir gün içyapısı demokrasi ve hukuk neşterinin oldukça sert bir biçimde atıldığına tanıklık edecek ve bu süre boyunca örselenecek, bu durum elbet ülkeyi de örseleyecek.

Evet, mesele değişimdir, esas olan da öyle…

Asker sertleşmedikçe, açık müdahaleye kalkmadıkça değişmek zorunda kalacaktır ve kalıyor.

Son 9-10 yılın öyküsüne bakın bu değişimin izleri görürsünüz.

Demokrasi ve entelektüel yönleri olan subay tanımını, güç ve asker ilişkisinin yanına yerleştiren Hilmi Özkök bir örnektir. Ya da tersten bakın asker yaptığı her çıkışta toplum önünde düştüğü zor durum da bir örnektir… Son yıllarda askerin siyasi açıklama, müdahale hamlesi yapıp olumsuz sonuç ve sıkıntıyla karşılaşmadığı tek durum bulamazsınız.

Bugün asker geri çekilmeden savunma yapmak istiyor, ama koşullar, askeri vesayetin karargâh tarafından bile denetlemez derinliği, kıvrımları buna müsaade etmiyor.

Genelkurmay Başkanlığı'nın hafta başında yaptığı açıklamayı böyle okumakta yarar var.

Basında dahi 'Askerden sert sözler' şeklinde verilmedi açıklama…

Asker andıçta belirtildiği türden bir adım atılmadığını, atılamayacağını, atıldıysa cezalandırılacağını söylemek zorunda kaldı.

Şimdi ne olacak, süreç nasıl ilerleyecek?

Askerin, özellikle İlker Başbuğ'un zor bir durumda olduğu açık…

Nitekim birkaç gün önce Ertuğrul Özkök'ün telefonuna cevap verip kamuoyuna açıklama yapmak zorunda hissetmesi, bu açıklamada andıçın sahte olabileceği fikrini işlemesi, Başbakan'ı (Başbakan'ın grup konuşmasından anlaşıldığı üzere) bu konuda ikna etmeye çalışması hem sıkıntının hem bir arayışın göstergesi…

Başbuğ kendisinin ve kurumunun imajına zarar vermeden nasıl geri çekilecek?

Bizce arayış ve soru budur…

Yolu da şudur:

Siyasi iktidarla uzlaşma…

Askerin siyasi iktidarla ilişkileri bir süredir büyük çatışmanın yanında ve ona paralel olarak ara ve odak konulardaki uzlaşmalarla ilerliyor.

Andıç konusunda da böyle bir durumun oluştuğu daha şimdiden, özellikle Başbakan'ın açıklamalarıyla anlaşılıyor.

Gönül elbet daha sert ve demokrasinin ruhuna uygun bir tutum bekliyor.

Ama Türkiye'nin paçasına yapışmış tarihsel verilerine baktığımızda bu uzlaşma da doğaldır, hatta bu da bir şeydir.

İki taraf da buna mahkûmdur.

Bu noktada önemli olan uzlaşma sonrası gelişmelerin nasıl seyredeceğidir.

Askeri savcılığa düşen dosyaların akıbeti maalesef malumdur. Nitekim bu olayda da ya sahte evrak denilecek takipsizlik kararı verilecektir ya da suç münferit hale getirilecek bir, iki kişi daha önceki olaylarda olduğu gibi mahkûm edilecek ve dosya kapanacaktır.

Hükümetin andıç hakkında suç duyurusunda bulunması bu açıdan, ipi elinde tutması açısından son derece önemlidir.

Başbakan hem askere geri çekilme alanı bırakacak hem denetimi koruyacaktır…

Bunlar elbet tahmin…

Ama böyle olması kuvvetle muhtemeldir…

Kaynak: Yeni Şafak