İtiraf etmeliyim, küreselleşmenin faydalarına kesinkes inanan biriyim. Bana göre; bölgelerin, ülkelerin ve halkların aşama aşama birbirine bağlanması, zamanımızın en büyük olumlu gelişmesi.
Fakat şimdilerde bir popülist, katı bir milliyetçiliğe ve ekonomik korumacılığa dayalı şekilde kampanyasını yürüterek ABD’nin başkanlığını üstlenmiş durumda. Birçok ülkede de kamusal söylemde, küreselleşmenin “kaybettiğini” iddia eden bir anlatı ve bu popülist hoşnutsuzluğun yükselişini durduracak yeni politikalara duyulan ihtiyaç baskın hâle geldi.
Ben doğduğumda dünyanın nüfusu 2,5 milyardı. İnsanların, açlığın gitgide kol gezmesinden, zengin ile fakir arasındaki uçurumun daha da artmasından ve her şeyin sonunda çökeceğinden korku duyduğu zamanlar hafızamda hâlâ canlı.
Şimdi ise dünyanın nüfusu 7,5 milyar ve mutlak bir yoksulluk içerisinde yaşayan insanların oranı hızlı bir şekilde düşerken zengin ile fakir arasındaki makas da istikrarlı bir şekilde kapanıyor. Dünya genelinde ortalama yaşam süresi beklentisi 48’den 71’e yükseldi –her ne kadar ülkeler arasında hâlâ ciddi farklar olsa da- ve toplam kişi başına milli gelir yüzde 500’e kadar arttı.
Sadece son 25 yıla bakılarak insanlığın gelmiş geçmiş en iyi çeyrek asırı yaşadığı öne sürülebilir. 1990’dan beri, kalkınmakta olan dünyada aşırı yoksulluk içerisinde yaşayan insan sayısı yüzde 47’den yüzde 14’e geriledi ve –önemli bir gösterge olan- çocuk ölümleri oranları yarıya düştü. Dünya, daha önce böyle bir şeye şahit olmadı.
Başka göstergelere bakıldığında da benzer bir parlak tablo görülüyor. Verilerine sahip olduğumuz daha önceki dönemlere göre savaş alanlarında daha az insan ölüyor ve -en azından birkaç yıl öncesine kadar- iyi kötü halkın temsilinin sağlandığı devletlerce yönetilen toplumların oranı aşama aşama artmaktaydı.
Bu muhteşem gelişim bir ölçüde bilimde ve teknolojide olan gelişmeler sayesinde oldu. Fakat ticaret ve yatırım sayesindeki ekonomik etkileşimve olumlu gelişmeleri mümkün kılan kapsayıcı liberal düzen de en az bunlar kadar etkilidir. Kısacası, küreselleşme, on yıllardır süregelen gelişimin arkasındaki en önemli kuvvettir.
Bu günlerde, gelişmiş ülkelerde fabrikaların kapanmasının ve işçilerin işsiz kalmasının sebebi olarak, yanlış bir şekilde, ticaret suçlanıyor. Fakat esasında, eski endüstrilerin yok oluşunun öncelikli sebebi, üretimi geliştirmiş ve toplumlarımızın servetini genişletmiş olan yeni teknolojilerdir. Aynı şekilde, ortaya çıkmış olan eşitsizlikle (gerçek veya değil) alakalı olan şey ticaretten ziyade teknolojidir.
Elbette bugün geçmiş on yıllarda ya da yüz yıllarda olduğu kadar çiftçi yok; Lancashire’ın pamuk fabrikaları, Pittsburgh’un çelik tesisleri ve Duisburg’un kömür madenleri kapandı ve Kuzey İsveç’in geniş ormanlarında artık daha az işçi var. Buralarda çalışanların çocukları, şimdi, hızla genişleyen ve birkaç on yıl önce hayal edilmesidahi güç olan işleri bulabilecekleri şehirlerin yolunu tutuyor.
Dünyanın dört bir yanındaki insanların çoğu için küreselleşme öncesindeki yaşam yoksul, vahşi ve kısaydı. Fakat bugünün küreselleşme karşıtları, nostaljiyi bir düstura dönüştürdüler. Amerika’yı –ya da Rusya’yı veya İslam’ı- “tekrar harika” yapmak istiyorlar. Her biri birbirine karşı toplanma çağrısı yapıyor olabilir ama nihayetinde her biri, küreselleşmeye karşı toplanma çağrısı yapıyor.
2008 finans krizini takip eden yıllardaki ekonomik koşullar kesinlikle pek elverişli değildi fakat şimdi istihdam ve ekonomik gelişme hemen hemen her yerde tekrar sıçramaya geçti. Euro bölgesinde gerçek (enflasyona göre ayarlanmış) gayrisafi milli hâsıla, üst üste 15 çeyrektir yükselmekte ve tüm Avrupa Birliği ekonomilerinin önümüzdeki birkaç yılda büyümesi bekleniyor. Aynı zamanda, ABD ekonomisi de iyiye gidiyor, işsizlik yüzde 5’in altında ve gerçek kazançlar yükselişte.
Tabi ki birçok halk, reddedilemez bir olgu olarak, büyüyen bir kültürel emniyetsizlik algısını yaşıyor. Çünkü birçok kişi, göç gibi dış etmenlerin geleneksel barış ve istikrar kaynaklarını aşındırdığına inanmaları için özellikle yönlendiriliyor. Onlara kabileciliğe/kavmiyetçiliğe bir biçimde geri dönmenin mevcut durumla kolayca başa çıkmayı sağlayacağı söyleniyor. Onların mitlerindeki toplum, yine mitlerindeki bir zamanda mükemmeldi, o hâlde neden bunu tekrar yaratmıyorlardı?
Böyle bir düşünce biçimi, dünyadaki en kırılgan halklar için bir tehdit teşkil ediyor. Dünya çapında aşırı yoksulluğu 2030’a kadar ortadan kaldırma amacına sahip olan Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri tamamen ticaret, teknolojik inovasyon ve uluslararası işbirliği yoluyla devam eden ekonomik gelişmeye bağlı. Ticaret bariyerlerini yükseltmek, merkantilizme angaje olmak ve genel olarak liberal dünya düzeninin temellerini sarsmak, Afrika’daki ve diğer gelişmemiş bölgelerdeki aşırı yoksul insanlara ciddi bir şekilde zarar vereceği gibi Batı Virgina’daki kömür madencilerine de hiçbir fayda getirmeyecektir.
Güçlü her zaman yönetecek fakat zayıf olan, küreselleşmenin faydalarını aşındırannostaljik ekonomik korumacılığın yükünü sırtlanacak. Dünya Ekonomik Forumu’nun bu seneki Davos zirvesinde birçok Batılı iş dünyası lideri koridorlarda dolaşıp mevcut sürecin kaybedeni olması beklenenlere endişelerini anlatmaya çalışırken küreselleşmenin faziletlerini metheden kişi Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’di.
Komünistler, küreselleşmeye olan inancı koruyorlar ama kapitalistler kendi inançlarını kaybetmişe benziyorlar. Bu çok tuhaf ve daha önceki performansla ve mevcut olgularla tamamen uyumsuz. Bizler, birkaç on yıl önce hayal edilebilenden çok daha fazla insana daha fazla refah götürecek sürece güven duymak için her türlü sebebe sahibiz. Küreselleşmeyi savunmak ve bu gerici nostaljiyle savaşmak konusunda çekingen olmamalıyız.
Parlak bir geleceğimiz olabilir. Yeter ki bunu geçmişte aramayalım.
Kaynak: Carl Bildt/ Project Syndicate
Dünya Bülteni için çeviren: Deniz Baran