Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın dün yaptığı alışılmadık çıkış, sivil toplumdan sonra yüksek yargının da gidişten ne kadar endişeli olduğunu gösterdi. Kılıç'ın ülkenin son zamanlarda "barıştan hızla uzaklaştığı" saptaması, "birlikte yaşama gereklerinin yerine getirilmediği" saptaması, hükümetten muhalefete, savcılara kadar herkese sorumluluk yüklemesi ciddiye alınmalıdır. Ortadaki tablo, Mahkeme başkanının da vurguladığı ölçüde ciddiye alınmayı gerektirmektedir.
Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın, yaşanmakta olan tartışmanın kökenine indiği, sorunu saptadığı, AK Parti'nin ne yapacağına hâlâ karar veremediği mini Anayasa paketi konusundaki soruya yanıtından belli. Şöyle diyor Kılıç:
"Meclis tabii ki bazı düzenlemeleri yapabilir, ama yaptığı yasal düzenlemenin niteliği çok önemli. Bu davayı ne kadar etkiliyor, ne kadar etkilemiyor; onu ben bilemiyorum."
Böylelikle Anayasa Mahkemesi Başkanı üç kanısını bizimle paylaşmış oluyor: 1- İlke olarak kolay parti kapatmaya karşıdır; 2- AK Parti'de çoğunluğun eğilimli olduğu, parti kapatmalar konusunda derhal ve referandumu göze alan değişikliğe gidilmesinin mümkün olduğuna inanmaktadır; 3- Ancak bu değişikliğin otomatik olarak davanın düşmesine yol açmayacağını da söylemektedir.
Oysa AK Parti'de bu yönde yapılan Anayasa değişikliği çalışmasının başka hedefi yok zaten.
Tek amaç, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından AK Parti'nin kapatılması, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün siyasetten yasaklanmasının istendiği davayı geçersiz kılmak.
Mahkeme Başkanı, aslında mini Anayasa paketi ile davadan kaçınmanın o kadar da mümkün ve kolay olamayabileceğine işaret etti.
Kılıç, "herkes sorumlu" dese de, işaretin muhatabının Başbakan Erdoğan olduğu görülebiliyor.
Çünkü gerilimi düşürmek için atılacak adımlarda, evet CHP lideri Deniz Baykal'a, MHP lideri Devlet Bahçeli'ye, sivil topluma, medyaya da düşen roller vardır; ama öncelik ve ağırlık, yütürme erkini ve yasama erkinin çoğunu elinde tutan Başbakan Erdoğan'ın.
Diğerleri, onun atacağı adımı destekleyerek, üzerine gitmeyerek katkı verebilirler ancak.
O adımın davadan kaçınmak amacıyla can havliyle akla gelen mini Anayasa değişikliğine acilen gitmemek olduğu görülebiliyor.
Gerçi bu konuda verilmiş bir karar henüz yok. AK Parti yönetimi ve hukuk kökenli bakanlar günlerdir bu konu üzerinde milletvekilleriyle görüşüyorlar. Anayasa Mahkemesi pazartesi davanın görülüp görülmeyeceği üzerine ilk görüşünü açıkladıktan sonra, o akşam muhtemelen AK Parti MYK toplantısında konu ele alınacak, kararı da muhtemelen salı günkü Meclis grup toplantısında Erdoğan'ın ağzından duyacak Türkiye.
Kılıç'ın "kavga başlamadan konuşabilsek" temennisi bu açıdan ayrı bir önem kazanıyor. O dava o dosyada görüşülmeyi beklerken neyi ne kadar konuşup ne sonuç almak münkün diye sorulabilir. Yine de Kılıç'ın ve sivil toplumun siyasete önerisinin aynı temennide buluştuğunu görmek, en azından toplumun geniş kesiminin isteğinin üst katlarda bir yankı bulduğunu gösteriyor.


Gül'ün liderlerle görüşmesi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dün CHP lideri Baykal ve MHP lideri Bahçeli ile görüşmesi, beklendiği gibi Irak, PKK, terörle mücadele ve Kürt meselesi üzerine oldu.
Planlandığı şekilde, cumhurbaşkanının da bir şekilde muhatap olduğu parti kapatma davası konusuna girilmediği anlaşılıyor.
Ancak bu, iç meselelere hiç girilmediği anlamına gelmiyor. Nevruz olayları ve Kürt meselesi üzerine konuşmak iç politika değil ise ne?
Bu çerçevede Cumhurbaşkanı'nın "Terörle mücadelenin böyle kritik bir döneminde demokrasi ve istikrardan saparak, mücadeleden taviz verilmemeli, kaosa izin verilmemeli. Herkes soğukkanlı olmalı" sözleri bir yerde güncel tartışmalara yönelik bir ima. Keza "Herkes ülkeye bir annenin çocuğuna davrandığı gibi davranmalı" demesi de öyle.

Peki ülkede bütün dikkatler terörle mücadele ve Kürt meselesine yoğunlaşmış ve içeride ve dışarıda mesafe alınıyorken, kamuyounu derin bir başörtüsü/türban tartışmasıyla ikiye ayırmanın bu sözler içinde yeri nedir? Gül herhalde bu soruyu Erdoğan'a sorarsa bir yanıt alabilir.

Kaynak: Radikal