Beklenmeyen oldu ve İsviçre Halk Partisi'nin (SVP) talebi doğrultusunda İsviçreliler, pazar günü yapılan referandumda %58 gibi bir oranla ülkelerinde minare yapımına karşı oy kullandılar. 
 
Esasen referandum öncesi son anketlere göre İsviçrelilerin sadece %34'ünün minarelerin yasaklanmasını destekleyecekleri ortaya çıkıyordu. Ama tersi oldu ve İsviçreliler, 1893'ten beri İsviçre'de ilk kez bir topluluğu açıkça ayrımcı bir temelde dışlayan bir girişime onay vermiş oldular. Esas olarak İsviçre'deki bu popülist partinin Kurban Bayramı öncesi geleneksel hayvan kesimine karşı bir kampanya yürüteceği, ama Yahudilerin tepkisinden çekindiği için "minare"ye yöneldiği Avrupa medyasında yer alan haberler arasındaydı. Dolayısıyla buradaki esas tepki ve yasaklamanın, minareye değil İslâm'a, sembolleri ile öne çıkan İslâmî ibadetlere ve yaşam tarzına olduğu yönünde bir değerlendirme yanlış olmayacaktır. Tarık Ramazan'ın da dediği gibi, "Avrupa'nın kimlik krizinin minare ile patlaması" ve gittikçe "çokültürlülükten uzaklaşması" halidir bu.

Beklendiği gibi İsviçre'deki bu referandum Türkiye ve İslam ülkelerinde olduğu gibi Avrupa'nın bütün ülkelerinde de büyük yankı buldu. Avrupa Birliği içinden ve çeşitli ülkelerden, bu tür durumlarda her zaman olduğu gibi bunu destekleyen ve karşı çıkan standartları pek zorlamayan açıklamalar geldi ve öyle gözüküyor ki gelmeye de devam edecek. Bu arada La Liberation gazetesinin referandum sonuçları ile alakalı olarak yabancı düşmanlığı -bunu aslında İslâm düşmanlığı diye okumak lazım- "Avrupa virüsü" başlığını kullanması dikkat çekici oldu. İsviçre Adalet Bakanı Eveline Wildmer'in "Yasak Müslümanları değil, İslamcı köktenciliği hedefliyor" açıklaması ise son derece "absürd" bir açıklamaydı. En aklı başında tepki ise İsveç Göçmen Bakanı Tobias Billstrom'da geldi ve bakan, "Bence bu tür konuları referanduma götürmek biraz garip." açıklaması yaparak aslında İslamî sembollerle ilgili bu tür konuların Avrupa'da referandum konusu yapılmasının tehlikesine işaret etmiş oldu. Bu arada Avrupa Birliği'nden, özellikle de yeni seçilen başkan Herman Van Rompuy ve Barroso gibi üst yöneticilerden henüz bir açıklama duyulmaması da manidar bulunuyor.

Hıristiyan merkez sağ ve aşırı-ırkçı sağın yükselişi

Avrupa'da son yıllarda Hıristiyan demokrat merkez partiler her alanda öne çıkıyor. Hâlihazırda, Avrupa Birliği'ne bağlı karar mercilerinde etkili olan Almanya, Hollanda, Belçika gibi ülkeler Hıristiyan demokrat partilerin yön verdiği hükümetler tarafından yönetiliyor. Bunlara Fransa ve İtalya gibi Hıristiyan demokrat olmasa da, sözü geçen ülkelerle benzer Hıristiyan sağcı politik çizgideki bir iktidarın bulunduğu ülkeleri de katarsak fotoğraf biraz daha netleşir. Bu itibarla hâlihazırdaki durum itibarı ile Avrupa'da yükselen politik çizgi "Hıristiyan demokrat merkez" ve "milliyetçi-popülist aşırı sağ"dır. Son dönemde Hollanda'da İslâm karşıtı görüş ve değerlendirmeleri ile tanınan aşırı sağ ve ırkçı politikacı Geert Wilders'in partisi PVV de tahminlerin ötesinde başarı göstermiş; kamuoyu yoklamalarında 150 sandalyelik parlamentoda 30 milletvekili çıkaracak düzeye gelmiştir. Danimarka'da da benzer gelişmeler yaşanıyor.

Son olarak, AB'nin bir medeniyet projesi olduğuna inanan, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişine karşı açıklamaları bilinen ve İslamofobik fikirlere sahip Belçika'nın "gri fare" lakaplı Başbakanı Herman Van Rompuy'un Avrupa Birliği'nin daimi ilk başkanı olarak seçilmesi, artık Avrupa'da son yıllarda iyice belirginleşen "Hıristiyan merkez sağ çizgi"nin Avrupa Birliği ölçeğinde de alabildiğine ağırlığını hissettireceğini gösteriyor.

Burada biraz durup söz konusu "Hıristiyan demokrat" partilerin politik çizgisinden söz etmek faydalı olacaktır. Zira bu politik çizginin ismi her ne kadar "Hıristiyan demokrat" olsa da, İslâm, Müslümanlar ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişi söz konusu olduğunda aslında daha ziyade "demokratlık" geri plana düşmekte ve "Hıristiyanlık", Hıristiyanlığın yön verdiği perspektif ve değerler ile İslâm ve İslâmî sembollere düşmanlık tayin edici bir rol oynuyor. Dolayısıyla Türk ve İslâm karşıtı refleksler-eğilimler alabildiğine öne çıkmaktadır. Ancak bu reflekslerin dillendirilmesinde doğrudan İslâm ve Müslümanlar hedef alınmıyor, genelde "entegrasyon", "uyum", "Avrupa norm ve değerleri" gibi kavramların arkasına saklanılıyor.

Hıristiyan merkez sağın yükselmesine paralel bir başka gelişme de, Hıristiyan tabandan alabildiğine beslenen Avrupa'daki "milliyetçi-popülist, ırkçı ve aşırı sağ" partilerin yükselmesidir. Bu partiler Hollanda, İtalya, Danimarka ve Fransa gibi ülkelerde -hatta İsviçre- daha fazla öne çıkıyor. Bu partiler bütün Avrupa'da kendi aralarında büyük bir dayanışma sergileyerek bunu seçim malzemesi olarak da kullanıyor. Nitekim İsviçre'deki minare referandumu sonuçlarının ardından bu partilerin hemen tamamı, bu sonuçtan memnuniyetlerini dile getirip benzer referandumu kendi ülkelerinde de uygulamaya çalışacakları yönünde açıklama yapmakta gecikmediler. Nitekim Hollanda'da Geert Wilders, referandum sonuçlarını sevinç çığlıkları ile karşıladı ve halihazırda şehir planlaması kapsamında sadece minarelerin uzunluğuna sınırlamalar getirilen Hollanda'da, tamamen yasaklama yönündeki bir referandum için bütün gücüyle çalışacağını söyledi. Irkçı Danimarka Halk Partisi başkanı da sonucu "Bravo İsviçre" diye karşıladı; benzer bir referandumun Danimarka'da da yapılmasını istedi. ZAMAN
 
DOÇ. DR. ÖZCAN HIDIR ROTTERDAM İSLAM ÜNİVERSİTESİ

Kaynak: Zaman