Çocuklar, taşları alın, koşun tepeye, diye seslenirdi biri; astronot gibi giyinmiş bir adam.
Arı vızıltılarıyla kaplanırdı bayır. Sonra arılardan oluşan siyah bulutlar ağaçlara yapışarak bir uzun kahverengi-siyah sakala dönüşürlerdi. Kovanlar yeşil bayıra serpilmiş olurdu.
Gereğinden fazla arı varmış gibi görünürdü dünyada. Birkaç aylığına bütün tepeler, bayırlar, kovanlarla kaplanırdı. Eşek arıları da şenliği kaçırmak istemez, bir vızıltıyla uçuşurlardı mundar ağaçlarının etrafında.
Arıların nesli tükeniyormuş. Pek çok hayvanın neslinin tükenmeye yüz tuttuğu bir zamanda yaşıyoruz. Arıların neslinin tükenişi, kıyamet âlameti gibi, Einstein'dan bu yana... O, arıların neslinin tükenişinin insan neslinin tükenişinin işareti olacağını söylemişti.
Bu konuda yazılanlara bakılırsa, arıların ortalıktan kaybolmasının ilk önemli nedeni, cep telefonlarını besleyen baz istasyonları.
Cep telefonunu yaz mevsiminde kullanıyor, sonra susturuyorum. Herkesin aksine, yazın başlıyor benim koşuşturmalarım, telaşım. Telefonun çantamdaki varlığı işlerimin akışını kolaylaştırıyor, vaktimi genişletiyor. Onu çantamın en dışarıya bakan gözüne yerleştiriyorum. Eve girer girmez cep telefonunu susturduğum oluyor, bazen bunu başaramıyorum. Sosyal ilişkiler açısından bir yaz mevsimini üç mevsime yetecek şekilde geçirebilmemde cep telefonu büyük kolaylık sağlıyor sağlamasına, yine de zaman zaman tamamen onsuz birkaç yaz günü geçirmeyi denediğim oluyor. O zaman da ne yapıyorum? "Bir süreliğine ödünç alabilir miyim?"diyerek, cep telefonunu istiyorum en yakınımdaki insanlardan.
Vazgeçmeliyim, vazgeçeceğim, kendi beyin hücrelerim için. Tabii, arılar var birde...
Nesilleri tükeniyormuş.
Arıların yok olup gitmesi âlemden, kovanların boşalması, bal gibi şifalı bir yiyecekten mahrum kalışımız, kıyamet âlameti değil de ne...
Cep telefonu etrafımdaki insanların çoğuna göre daha geç girdi hayatıma ve daha sınırlı olarak yer tuttu. Ondan vazgeçebilmem bu nedenle de imkansız görünmüyor bana.
Diyelim ki Ağustos, yılın en sıcak aylarından biridir. Zamanı yılın en soğuk ayında olduğu gibi iyi planlamak gerekiyor. Bir depremin hatırası var Ağustos'ta; insanlar kaç çökmüş bina tabakasının, Veli Göçer usulü deniz kumu karıştırılmış harçlı binanın altından cep telefonlarına sarılarak kurtuldular. Endonezya'da da daha yenilerde bir deprem oldu, Ambacang isimli bir otelin 338 numaralı odasında kalan kişi cep telefonuyla mesaj gönderdi akrabalarına enkazın altından da, yanındaki birkaç kişiyle sağ salim olduklarının haberini verdi.
İşte böyle, hassas zamanlara özgü bir vazgeçilmezliği var cep telefonunun. Derinden bir şifa sebebi değil bal gibi, ama kazazedeyi evine ulaştırıyor.
Diğer tarafta nesli tükeniyor arıların, cep telefonları da bunun bir sebebi. Üstelik Einstein kehanette bulunmuş zamanında: Arıların nesli tükendikten dört yıl kadar sonra insanlık da yok olacak…
Eskiden, çok eskiden, arıların nesli asla tükenmez gibi gelirdi bana. O kadar çok ve öylesine her yerdeydiler ki…
Oğul veren arılar tepeye doğru uzanan ağaçlık alanda bir elma ağacının dalına toplanırlardı. Uzaktan baktığımda, ablamın sanat tarihi kitabında resmini gördüğüm Akad kralı Sargon'un sakalı gibi görünürdü varlıkları. Arıların oraya çekilmesi için destek vermeye çağrılırdık, astronot giysili adam tarafından. İki taşı sürekli sürter gibi birbirine vuracaksınız ki arılar ağaca yönelsin. Maskeli adam tanıdığım bildiğim kişi, yani babam olmaktan çıkıyor, ayda yürüyen bir astronot gibi ağır adımlarla hareket ediyor, koyukahverengi Sargon sakalını elindeki özel gereçlerle yakındaki kovana aktarıyor. Günler geçiyor. Tabaklarla bal dolaşıyor mahallede, çocuklu çocuksuz bütün evlere dağıtılıyor.
Semin Kaplanoğlu Süt ve Yumurta'dan sonra "Bal"ı da çekti, Rize'de. Orada arılar eskisi kadar faal olmalı, ne güzel. Konusunu bilmiyorum henüz, ancak Kaplanoğlu'nun yeni filminde oğul veren arılar için taşları birbirine vuran çocuklar gördüğümde hiç şaşırmayacağım.
Güzelce yaşasın arılar, bir vızıltıyla çiçekten çiçeğe konarak ortalıkta gezinsinler istiyoruz. Peki, bunun için ne geliyor da elimizden, esirgiyoruz...
Cep telefonu kullanmamayı başarabilirim, kendi adıma deneyebilirim bunu; sonuçta sadece yılın bir mevsiminde kullanıyorum, tamamen vazgeçmem kolay olacaktır. Arılar geri gelsin, oğul versin, kovanlar yayılsın bayırlara, bal tabakları dolaşsın mahallede...
Ben cep telefonu kullanmasam, en fazla neler gelir başıma?
1-Buluşmalarda bekleyen kişi olurum.
2-Bir buluşmanın ardından ötekine geçmek istersem, bulunduğum mekânın sahiplerinden sabit telefonu kullanmak için izin istemem gerekir.
3-Yanımda cep telefonu varken duyduğum rahatlıkla çıkamam sabah yürüyüşlerine ve geceleri de eve dönme konusunda daha erken davranma gereği duyarım.
4-Bunu yapmaktan kaçınmalıyım, özellikle; başkasının telefonunu ödünç istememeliyim.
Cep telefonlu iletişimle oluşan bir ilişkiler ağı var artık ve ben de bazen bu ilişkiler ağına dahil oluyorum. Birilerine ulaşmamın, birilerinin de bana ulaşmasının ancak cep telefonuyla mümkün olduğu durumlar, dönemler var.
Cep telefonlu ilişkiler ağına bir mevsim dahil olduğunda bile, yerleşiyorsun. Telefonun çantamın uzak köşesinden yükselen sesini duyduğumda, bir adım daha attığım hissine kapılıyorum. Bir adım daha atıyorum bayırdan yukarıya, cebimde telefon, ellerimde iki taş. Taşları birbirine vurarak arıları ağaca toplanmaya çağırıyorum. Birkaç sönük arı vızıltısı duyuluyor çevrede. Arıların oluşturduğu kara bulut göze görünmüyor. Kimisi genetiği değiştirilmiş gıdalara yüklüyor suçu. Arılar kayboluyorlar ufkumuzdan.