Bu yakınlarda ilginç bir Roman Polanski filmi seyrettim. Polonyalı yönetmenin 1990'lı yıllarda yaptığı film işkenceyle ilgiliydi.
İsimsiz bir ülkede geçiyordu.
Kadın, evine konuk olarak gelen erkeğin hapisteyken kendi işkencecisi olduğunu sesinden ve kokusundan anlar. Faşist rejim döneminde gözleri kapalı, eli ayağı bağlıyken kendisine defalarca tecavüz etmiştir.
Kadın deliye döner.
Adamı, kafasına bir tabancayla vurup bayılttıktan sonra el ve ayaklarından bir sandalyeye bağlar. Sonra da gerçeği itiraf etmesi için adama baskı yapmaya başlar.
İşkenceyi itiraf ederse kendisini serbest bırakacağını, yoksa öldüreceğini söyler.
Adam önce susar.
Kadın baskıyı artırır.
Adam inkârı sürdürür.
Ama kadın tarafından bir uçurumun kenarına getirilince çözülür.
Kadın, itirafı tüm ayrıntılarıyla dinler, işkenceyi bir kez daha tüm acılarıyla yaşar ve işkencecisini uçurumun kıyısında kendi insanlık suçuyla baş başa bırakıp çeker gider.
Çok etkileyici bir filmdi.
Psikolojik boyutu yoğundu.
Seyrederken 12 Mart'ın, 12 Eylül'ün işkence olayları aklıma takıldı.
Felat Cemiloğlu'nu anımsadım.
Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde kendisine dışkı yedirilen rahmetli Felat Bey, "Genç olsaydım dağa çıkardım" diye anlatmıştı başından geçenleri bana...
Dünkü Radikal'in birincisi sayfasıyla bütün bunlar bir kez daha bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti.
Gazetenin sürmanşeti şöyleydi:
"İşkencenin kararttığı hayatlar!"
Bir yazı dizisinin duyurusuydu.
Konu, Manisa'da çocuk yaşındaki gençlerin 1990'lı yıllarda yaşadıkları bir işkence olayıyla tam sekiz yıl süren davaydı. Ne kadar çok yazıp çizmiştik bu konuda...
Manşet habere gelince:
"Polisin öldüren tekmesi!"
Timur Soykan'ın haberinin giriş bölümü şöyleydi:
"Polisin yetkilerini daha da genişleten 'Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu'nda geçen haziran ayı yapılan değişikliklerden sonra peş peşe gelen polis kaynaklı işkence, yaralama ve ölüm olaylarına bir yenisi daha eklendi.
Avcılar'da bir parkta oturan 26 yaşındaki Feyzullah Ete, görgü tanıklarının ifadesine göre, sivil polis ekibinden bir polis memurunun göğsüne attığı tekme sonucu öldü.
Polis memuru A.M.'nin ifadesi alınıp serbest bırakıldığı öğrenildi.
Avcılar Meydanı'ndaki Merkez Camii'nde dün az sayıda kişinin katıldığı bir cenaze töreni vardı. Anne Hayriye Ete, 'Parkta oturduğu için insan öldürülür mü? O benim her şeyimdi. Karıncayı incitmezdi' diye feryat ediyordu.
Dört çocuklu bir ailenin ortanca oğluydu.
Siirt Eruh'luydular.
Altı yıl önce memleketlisi Necla'yla evlendi. Dört yıl önce doğan ilk kızlarına Dilara adını verdiler.
Az sayıda vatandaş cenaze namazını kılarken bir polis kamerası kayıt yapıyor, bir başka polis gazetecilerden konuştukları kişilerin isimlerini öğrenmeye çalışıyordu."
Haber böyleydi.
İşkence...
Kötü muamele...
Dayak...
Ne zaman bitecek?

Kaynak: Milliyet