Sınıflandırma ve ittifak oyunlarına dönüldü yine. Ancak şimdi savaş narası İran tehdidi hakkında. Dört yıl önce Irak işgaline hazırlanırken ABD ve müttefikleri ortalığı Sünnilerin Şiileri katlettiğine ve meşum Sünni rejiminden kurtulma gereğine dair laflarla doldurmuştu. İran'ın nükleer projesi ABD gündeminde üst sıralara tırmanırken de yeni kavram ve bağlam silsileleri uydurmak gerekiyordu. Demokratikleşme, reform ve iyi yönetim sloganları yine havada uçuşmaya başladı; Akdeniz'den Afganistan'daki afyon tarlalarına uzanan korkutucu bir 'Şii hilalinden' söz edilir oldu; buna ancak ılımlı Sünnilerin müşfik güçleriyle karşı konulabilirdi. Derken ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve diplomatik temsilcileri Ortadoğu'da peyda oluverdi; bölge ziyaretlerinde, 'ılımlı devletlerle' ve onların gizli servisleriyle işbirliğinden dem vurdular. 'İran'a özel' sınıflandırmalar Bu 'yeniden yönelim stratejisi' ocakta Senato dış ilişkiler komitesinin önünde, dışişleri bakanınca da telaffuz edilmişti; Rice 'reformcular'la 'aşırılıkçıları' ayırıp Ortadoğu'da yeni bir stratejik ittifak stratejisini ilan etti. Sünni devletler 'ılımlı merkezlerdi', 'ayrımın diğer tarafı'ndaysa, İran, Suriye ve Hizbullah vardı. 11 Eylül'den sonra bize, barış ve güvenliğin, Kaide'nin temsil ettiği Sünni terörünün ve Suudi Arabistan'ın beslediği köktendinci Vahhabiliğin tehdidi altında olduğu söylenmişti. Bugünse saat çeyrek asır öncesine, Humeyni liderliğindeki İran devrimi günlerine geri alındı ve İran ABD tarafından bölgenin 'istikrarına' en büyük tehdit ilan edildi. Şans bu ya, Suudi Arabistan da ABD yönetiminin iyiler listesinde kendisine tekrar yer buluverdi; Riyad artık Mısır ve Ürdün'den hiç geri kalmayan 'dost' ve 'ılımlı' bir rejimdi. ABD'nin sınıflandırma oyununu kestirmek ne mümkün; arz-talebe, değişen hesaplara ve önceliklere tabi bir oyun bu. Irak'ta müttefik sıfatıyla övülen Şiiler, İran'da düşman sıfatıyla şeytanlaştırılıyor. Iraklı Kürtler 'iyi dostlarımız', biraz ötedeki komşu Türkiye'deyse düşman ve iflah olmaz teröristler. Daha da tuhafı, terörizmi sonu gelmez savaşlarının ve askeri maceralarının gerekçesi haline getiren ABD'nin, hedefine uygun bulduğu teröristlerle çalışmakta tereddüt etmemesi. Gazeteci Seymour Hersh'ün New Yorker'da kaleme aldığı bir yazı, Bush yönetiminin, İran destekli Şii gruplara karşı koyan, bazıları Kaide'yle ilişkili radikal Sünni gruplara dolaylı maddi destek vererek yürüttüğü gizli operasyonları masaya yatırıyordu. Bu operasyonlar gizli tutuluyor; kimi zaman uygulanması veya mali destek verilmesi Suudilere bırakılıyor ya da normal Kongre onayı süreci çerçevesinde işleyecek yollar bulunuyor. Hersh şunları yazıyor: "Bush yönetiminin Kongre'ye bildirilmeyen operasyonlara bel bağlaması ve şaibeli hedeflere sahip aracılarla temasları, Washington'da bazılarına tarihin önceki kısımlarını hatırlatıyor. 20 yıl önce Reagan Nikaragua'daki kontraları yasadışı yollardan desteklemeye çalışmış, bu desteğin kaynağı İran'a gizli silah satışlarında aranmıştı. Daha sonra İran-Kontra skandalı diye anılan vakada Suudi parası da vardı ve aktörlerin bazıları, özellikle Prens Bender ve Elliott Abrams bugünün temaslarında da rol oynuyor." Irak'ı bir gruba karşı diğerini destekleyerek istikrarsızlaştıran ve her gün onlarca Iraklının canına kıyan mezhep kökenli şiddet furyasına kapıyı ardına kadar açan Amerikalılar şimdi gözlerini İran'a dikti. İran'ın 69 milyonluk nüfusunun yüzde 40'ını Farsi olmayanlar (16 milyon Azeri, 7 milyon Kürt, 5 milyon Ahzavi Arap ve bir milyon Beluci) oluşturuyor. Renkli etnik yapısı rejimi istikrarsızlaştırmak amacıyla kolayca suiistimal edilebilir. CIA yetkilileri İran'ın sınır bölgelerinde yoğunlaşmış sayısız etnik gruptan muhalif milislere aktif biçimde yardım ediyor. Bunlar arasında Belucistan merkezli Allah'ın Askerleri (ki bu grubun parayı cebe indirdikten sonra kolayca ABD'ye karşı dönebileceğine dair yaygın endişe söz konusu) ve Irak'ta üslenmiş muhalif İranlı örgüt Halkın Mücahitleri var (bu grup ABD Dışişleri Bakanlığı'nın terör örgütleri listesinde). Bu tür faaliyetler, askerlere ve hükümet görevlilerine karşı bombalı saldırı ve suikast kampanyasıyla İran'ın sınır bölgelerinde bir karışıklık dalgası yarattı. Bu eylemleri Batı'da Kürtler, kuzeybatıda Azeriler, güneybatıda Ahvazi Araplar ve güneydoğuda Beluciler gerçekleştiriyor. Bonapart'ın mirası üzerinden... Daily Telegraph'a göre, bu ayrılıkçı faaliyetlere maddi destek CIA içinde oluşturulan özel bir birimden geliyor ve bunu Washington'daki birçok kaynak da doğruluyor. Sözgelimi dışişlerinin eski terörle mücadele ajanlarından Fred Burton şöyle diyor: "İran'daki son saldırılar ABD'nin azınlıkları Tahran'ı istikrarsızlaştırma amacıyla eğitme çabasıyla denk." Görünen o ki dünyanın bu bölgesinin yazgısı, sonu gelmez bir kanlı yalan ve yanılsama zincirinde yer almak. 1798'de Napolyon Mısır'ı 'halkı Memlüklülerin zalim boyunduruğundan kurtarmak' ve Osmanlı Yönetimi'ni savunmak için istila etmişti. Mısırlı tarihçi Abdülrahman el Cebarti, Bonapart'ın el Ezher'deki âlimlere sarık takıp, 'Şeyh Bunaparte', yani 'inancın koruyucusu' sıfatıyla hitap ettiğinin kaydını düşer. Britanya, 20. yüzyılın arifesinde Osmanlılara isyan eden Şerif Hüseyin'i, 'Arapların Türk tiranlığından kurtulma davalarını' hayata geçirecek 'Arap halifesi' sıfatıyla desteklemiştir. Osmanlıları zayıflatabilen Şerif Hüseyin'in payına, Britanyalıların söz verdiği gibi başkenti Mekke olan ve Arap topraklarının yanı sıra Mısır ve İran arasındaki bölgeyi kapsayan bir imparatorluk değil, ücra Ürdün çölünde birkaç yüz kilometrekarelik bir bölge düşmüştür. Herkese karşı herkes Osmanlılardan 'kurtarılan' topraklarsa kısa süre sonra Fransa ve Britanya mandası altına girer. Buradaki insanların 'özgürlüğü' Avrupalı emperyalist güçlerin işgaliyle garanti edilecektir. Soğuk Savaş başladığındaysa, ABD 'Sovyet ateizmi' tehdidine karşı Suudi Arabistan ve Pakistan'ın muhafazakâr hükümetlerini kullanmak konusunda en ufak rahatsızlık duymaz. Ve nasıl ki geleneksel İslam'ı Nasır önderliğindeki Arap milliyetçiliğini zayıflatmak için kullandılarsa, bugün de ılımlı laiklik, yükselen İslamcı dalgaya karşı yeni müttefike dönüştü. Bugün ABD Britanyalıların 'böl-yönet' stratejisini miras almış görünüyor. ABD, bölgenin güç ve dinamizm kaynağı olabilecek eşsiz yapısını, çatışma ve ihtilafı amaçlayan ölümcül bir yakıta dönüştürmek için çalışıyor. Kürtlere karşı Araplar, Araplara karşı Farsiler, Sünnilere karşı Şiiler, 'ılımlılara' karşı 'aşırılıkçılar'; yani herkese karşı herkes. Ancak şu kesin: bu kirli oyun sadece kurbanlarını yakmayacak, kendini imha yolunu da açacak. Kıvılcımı çakan elin yanmayacağının güvencesini kimse veremez. (16 Mart 2007)