İnsanın yüreğini parçalayan İsrail saldırılarıyla güvenlik ve barışı unutun!
Gazze'ye üç kez gittim. Sonuncusu, 2004 yılının kasım ayı sonlarıydı.
Hep aynı şeyi düşünmüştüm.
Böylesine bir bataklıkta ancak şiddet çiçekleri açabilir cümlesi her seferinde yazıma düşmüştü. O klasik şiddet şiddeti doğurur deyişi satırlarımın arasındaki yerini kendiliğinden almıştı.
Gazze Valisi Muhammed Kutva'yla görüşmüştüm 2004'te. Lakabı, "Gazze'nin Allah'ı"ydı.
Şöyle demişti:
"Ansızın bir Apaçi helikopteri gece vakti vuruyor bir ocağı, bir aileyi, bir ağacı... Söyler misiniz ne yapacaksınız? Topraklarınız işgal altında... Vuruyor işgalci! Çiçekle mi gideceksiniz ona?.. Herkes bildiği gibi savaşacak işgalciyle. Hamas öyle, şu böyle, o öyle savaşacak, İsrail işgali altındaki toprağını kurtarmak için..."
El Fetih üyesiydi Gazze Valisi.
Hamas'tan hoşlanmıyordu.
Ama aleyhinde konuşmuyordu. 'İntihar eylemleri' konusunda susuyordu. Sıkıştırınca sözü İsrail'e getiriyordu:
"Bakın, buraların altyapısını yerle bir eden İsrail. Yoksulluğa mahkûm eden de o. Buradaki radikalleşmeye İsrail yardımcı oluyor. İnsanlar umudunu yitirdikçe, radikalleşiyorlar. Toprakları, memleketleri işgal altında. Hepimiz bunu ortadan kaldırmak istiyoruz. Fakat herkesin yolu, yolları farklı. Ama düşmanımız ortak: İsrail. Fakat barış sürecinde yol alınırsa, hava değişir, radikalizm de eski gücünü kaybeder."
Gazze'de dolaşmıştım.
Yoksulluk çok derindi.
Silahlı, Kalaşnikov'lu, el bombalı resimlerle süslenmiş savaşçı sloganlar ve İsrail'e, Şaron'a beddua eden duvar yazıları dikkatimi çekmişti her tarafta.
Cebeliye Mülteci Kampı'na gittiğimde güneş batmak üzereydi. Etrafın perişanlığı içime dokunmuştu.
Yere kilim atmış, bağdaş kurmuş, tespih çekerek sohbet eden ihtiyarların yanına ben de çökmüştüm selamünaleyküm deyip.
Mahmut'lardan biri 70, biri 75 yaşında, Hüseyin 77, Abdülkerim 71 yaşındaydı. Hepsi de ilk savaş göçmeniydiler.
İsrail devleti 1948'de ilan edilip savaş patlayınca toprakları işgal edilmiş, yollara düşüp, mülteci olarak Gazze Şeridi'ne, Cebeliye'nin teneke mahallelerine sığınmışlardı.
Mahmut dertlenmişti:
"Gece geldiler, öldürdüler, yıktılar, sabahın köründe herkesi evinden barkından attılar. Kimi deve, kimi eşek sırtında, kimi de yalınayak kaçtı" diye...
1948'i anlatıyordu.
Kendi topraklarında nasıl sürgün edildiğini, o geceyi ve sabahını olanca yalınlığıyla benim gözümün önüne getirmeye çalışıyordu.
1948'den bu yana 60 yıl geçti.
Filistinliler artık bugün o zamanki toprakların yüzde 22'sinde bir devlet kurmaya razı ama İsrail hâlâ razı değil.
Vurmaya devam ediyor.
Güvenlik diyor İsrail.
Evet, elbette buna hakkı var.
Barış içinde yaşamak diyor.
Hiç kuşkusuz bu da meşru dilek.
Ama ikisi de olmuyor 60 yıldır.
Robert Fisk, gazeteci, Ortadoğu'nun en kıdemli yorumcularından biri geçen gün şöyle yazmıştı:
"Evet, İsrail'in de güvenliğe hakkı var. Fakat bu kan banyoları o güvenliği getirmiyor. 1948'den bu yana hiçbir hava saldırısı İsrail'i korumadı. İsrail, Lübnan'ı 1975'ten beri binlerce kez bombaladı. Ama bunların bir teki bile 'terörizm'i ortadan kaldıramadı." (The Independent, 29.12.08, çevirisi: Radikal, 30.12.08, s. 10)
Sözün hükmü fazla kalmadı.
Televizyon karşısına oturup insanın yüreğini parçalayan İsrail saldırganlığını seyrederken, insan ne barışa, ne güvenliğe şans tanıyabiliyor.
Daha önce de yazmıştım.
İsrail böyle giderse, 'lanetlenmiş bir ülke' olarak tarihe geçecek.
Bu saldırgan politikalarla İslam dünyasında radikalizmi besliyor, cehennem çukurlarını derinleştiriyor.
Ne yazık öyle.
Yazımı Tarık Ali'den bir alıntıyla noktalıyorum:
"Belki İsrail vatandaşları, Sheakespeare'den alınma şu satırlar üzerine kafa yorarlar. Venedik Taciri'nden aldığım bu bölümü biraz değiştirdim:
'Ben bir Filistinli'yim. Gözlerim Filistin gözleri değil mi? Ellerim, organlarım, boyum posum, hislerim, sevgilerim, tutkularım Filistinli değil mi?
Aynı bir Yahudi gibi ben de aynı gıdayla beslenip, aynı silahla yaralanıp, aynı hastalıklara yakalanıp, aynı ilaçlarla sağalıp, aynı kış ve yazla üşüdüm ve terlemedim mi?
Bizi vurursanız, kanamaz mıyız? Bizi gıdıklarsanız, gülmez miyiz? Bizi zehirlerseniz, ölmez miyiz? Ve bizi aldatırsanız, intikam almayacak mıyız?
Eğer biz siz geri kalanlara benziyorsak, sizin yaptığınızı yapacağız... Bize öğrettiğiniz vahşeti ben de yapacağım; ve zor olacak, ama gidişatı düzelteceğim." (The Guardian, 30.12.08, çevirisi: Radikal, 31.12.08, s. 10)
Son dileğim:
Hiç olmazsa ateşkes ilan edilse...
Milliyet