Sabah vakti erken geldi haber: İlhan Selçuk gözaltında! Tuhaf oldum.
Düşüncelere daldım.
Üzüldüm tabii...
Hep öyle olur. Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi insanı içine çekmeye başlar böylesi anlarda.
İlhan Selçuk'la ilgili duygu ve düşüncelerimin gizli saklı bir yanı yok. Her şeyi olanca açıklığıyla "Cumhuriyet'i Sevmiştim" isimli kitabımda yazdım.
İlk kez 1968'de tanıştık.
Kırk yıl geçmiş.
Bu kırk yılın yarısında o benim için 'İlhan Abi'ydi. Üstelik her şeyimi paylaştığım gerçek bir ağabey... Handan Selçuk benim için 'Handan Hanım'dı, Doğan Avcıoğlu 'Doğan Bey'di.
Ama, İlhan Selçuk 'abim'di.
O da benimle uzun yıllar çok şeyini paylaşmıştı. Birlikte güzel şeyler yaşadık. Çok şey öğrendim ondan...
1981'de Cumhuriyet'e Genel Yayın Müdürü olduktan sonra aramızda görüş ayrılıkları uç vermeye başladı.
Demokrasi, laiklik, cumhuriyet...
Kemalizm ve demokrasi...
Türkiye'de çok partili demokratik sistemin niteliği, 'karşı devrim' mi, değil mi?..
Yakın tarihimizde darbeler...
'İyi-kötü darbe' ayrımları...
Devletçilik, pazar ekonomisi...
Turgut Özal...
Kürt sorunu...
Cumhuriyet gazetesi nedir, ne değildir, ne olmalıdır?..
Genel olarak gazetecilik anlayışı...
Sovyetler'deki düzen...
Stalin...
Doğu Avrupa'da yaşananlar...
Vaclav Havel 'karşı devrimci' mi?..
Berlin Duvarı'nın yıkılışı...
ABD, AB, emperyalizm...
Bütün bu konularda zaman içinde ayrı düşmeye başladık. Önce tatlı tatlı konuştuk, diyaloglar örebildik, sonra sert tartışma ve kavgalar... Başyazarımız Nadir Nadi'nin ölümü sonrasında da ipler koptu gitti 1991'in sonunda...
Vazoyu birlikte kırdık.
Yazık oldu.
Böyle diyorum, zira çok uzun yıllarımı verdim Cumhuriyet'e...
Peki vazo kırılmayabilir miydi?
Kırılmayabilirdi demenin ne kadar zor olduğunu bugün daha iyi görebiliyorum. İlhan Selçuk'la bütün bu konularda neredeyse siyah beyaz bir ayrılık içindeydik. Hayata bakışımız, dünya görüşümüz tümüyle başkalaşmıştı.
Zaman öylesine akıp gitti ki, gün geldi anlaşabileceğimiz hiçbir şey kalmadı aramızda.
'Referans'larımız değişmişti.
Benim 'demokrasi' dediğime, o 'karşı devrim' diyordu. Örneğin o, siyaset denkleminin içine 'asker' faktörünü sokarken, ben bundan hiç hoşlanmıyordum.
Ve böylesine zıtlıklar ister istemez bir yerde ipleri koparacaktı.
Kopardı da...
Bir New York sabahı bütün bunlar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti.
İlhan Selçuk bazen sorardı:
Yaşananların kısa anlamı nedir ya da olayların ardındaki gerçek nedir diye...
Yine onun deyişiyle, böyle bir soru işareti gelip çengelini zihinlerimize asmış durumda.
Ne mi yaşanıyor?..
İlhan Selçuk'un da gayet iyi bildiği gibi, Türkiye'de AKP'nin 2002 yılı sonunda seçimleri kazanıp hükümet olmasıyla birlikte başlayan bir 'iktidar mücadelesi' yaşanmakta!
Özü 'demokrasi' ile ilgili bir mücadele bu...
Ve gitgide kızışıyor.
Bu da malum.
Peki, Ergenekon bunun bir halkası mı?
Olabilir.
Ya İlhan Selçuk bağı?..
Bilemem.
Ama şunu iyi biliyorum:
Yazılarımızla, gitgide keskinleşen ve özünde demokrasi yatan siyasal mücadelenin farklı uçlardaki taraflarıyız İlhan Selçuk'la...
Çok ayrı düştük.
Bu da çok açık.
Ama bir nokta daha var.
Evet, İlhan Selçuk'la yıllardır farklı uçlardayız. Ama bu durum, onun bir gece yarısı evinden apar topar gözaltına alınmış olmasına üzülmemi engellemez.
Gerçekten üzgünüm.
Bu hoyratlığı protesto ediyorum.
Eğer gerekiyorsa, önceden davet edilebilir, ifadesi çok daha olağan koşullarda alınabilirdi İlhan Selçuk'un...
Bizde böylesi pek olamıyor.
Yazık.
New York'tan iyi pazarlar!
Kaynak: Milliyet