Bu topraklarda çok cinayet işlendi. Bu cinayetleri ayıkladık, hayalimizde yeniden yazdık, onlardan fedakârlık ve kahramanlık hikâyelerini üretip kendimize anlatmaktan hoşlandık. Çünkü asıl yaşananları taşımak zordu.
Asıl yaşananlar çoğunlukla kalleşliği, kancıklığı, riyakârlığı görünür kılıyor ve bizi kendimiz karşısında utanç içinde bırakıyordu. Çaresizlik duygusu iç dünyamızın da ayıklanmasına, seçici bir hafıza geliştirmemize, bizleri rahatsız eden olayların ve kişilerin unutulmasına yol açtı.
Tarih bir kurtarıcı, bizleri şefkatle sarmalatıp pohpohlayan bir ana kucağına dönüştü. Yeterince geçmişe gidildiğinde kimsenin gerçek anlamıyla bilmediği, söylemler üzerinden pekişerek oluşmuş olay ve kişilere ulaşma imkânı vardı ve onları iç dünyamızda pirupak resmetmenin rahatlatıcılığına direnmek zordu. Geçmişe yeterince gitmek için de, en azından son yüzelli seneyi hızlıca, bir hamlede atlamak gerekiyordu. Çünkü o süre bu toprakların utancını taşıyor ve o utanç bugün de bir hayalet gibi tepemizde duruyor.
Hrant bu utanca baktı, ona gülümsedi ve elini uzattı. Ermeni olması büyük bir avantajdı, çünkü ona utancı dışsallaştırma imkânı verdi. Hrant'ın yaptığını yapmak, bir Ermeni için her zaman daha kolaydır. Tabii başınıza gelebilecek olana razıysanız... Oysa aynı adımı atmak, bir Müslüman Türk için hiç de kolay olmaz. Kapanmış, bitmiş bir acılı sayfanın yeniden açılmasının vereceği tedirginlikle baş etmenin zorluğu bir yana, bunun herhangi bir yararının da olmayacağı düşünülür. Bu mesafe alma ihtiyacının kaçak güreşmeyi ima etmesinin vereceği sıkıntı ise acılarını içine gömen ve geleceğe bakan bir halk olduğumuz söylemiyle aşılmaya çalışılır. Ama bu cümlenin her tekrarı, Müslüman Türk kimliğin bir tür acziyet ile suçlanmasıdır aynı zamanda. Yüzleşmeye gerek olmadığını söylemek, elindeki imkânları bu amaçla kullanmamak, bilmemeyi bilmeye tercih etmek, cehaletten rahatsız olmamak, sonuçta bu cehaleti kimliğin parçası kılar ve bu, taşınası bir yük değildir.
Görülmek istenmeyen son yüzelli yıl ise yaşadığımız her bir günü de yutarak, bizleri kendisine malzeme ederek akıp gitmekte. Kendi ürettiğimiz devletin, yönetimin, kültürün giderek yozlaşmaya teslim olduğunu görmezden gelemiyoruz. Öte yandan kendimizi korumamız da gerekiyor... Böylece duyarsızlaşıyor, kendi zihnimizde ellerimizi yıkıyor, yabancılaşmayı bir kurtuluş olarak kullanıyor ve seyirci haline geliyoruz. Ama bu kaçış utançtan kurtulmaya değil, yüzümüzün daha da kararmasına neden oluyor.
Yüzleşilemeyen o yüzelli yıl bir paranteze dönüşüp kapatılabilseydi ne kadar rahatlayacaktık... Bu toprakların bize bastırılmış insanlığımızı hatırlatan, onu uyandıran bir müdahaleye ihtiyacı var. Hrant bunu yaptı... Kendisine kolay gelen bir var olma biçimini, karşısındakileri yaralamadan, onlara kendi içlerinde özgürlük yolları açmak üzere sundu. Kendi yüreğinden uzanan, o yüreğin çıplaklığını bir yol arkadaşlığı olarak sunan bir el oldu. DEVAMI>>