Birçok milletvekili, Türkiye'nin muhtemel bir üyelik antlaşmasını referanduma tabi kılma zorunluluğunun Fransız Anayasası'nda bulunmasını istiyorlar. Avrupalı ortaklarımızı rehin alarak Türkleri aşağılamak, hiçbir yapıcı çözüm getirmeksizin Avrupa'daki güvenilirliğimizi yıkmak ve buradaki çıkarlarımızı yok etmek anlamına gelecektir. Türk halkı rencide edilmemelidir. 
 
 
 
2004 Aralık ayında ve yine 2005 Ekim ayında 25 Avrupa devlet başkanı ve hükümeti üyelik görüşmelerinin başlaması için onay verdi. Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne kabul etmemek için sağlam nedenler vardır. Ancak bu nedenlerin en güçlüleri coğrafî olanlar değildir, "kültürel" olanlar ise daha da az geçerlidir. Avrupa ülkelerinde vatandaş olan ya da ikamet eden yabancı olarak bulunan milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. İslam'la Aydınlanma değerlerinin uyumluluğu da uzun zamandan beri dış politikanın ve AB genişleme siyasetinin konuları arasında yer almamaktadır.

Asıl karşı çıkma gerekçesi Avrupa Birliği'nin doğasından, güçlü siyasî hedeflerle donanmış gönüllü devletler ve halklar birliği olmasından kaynaklanmaktadır. Jean Monnet ve Robert Schuman'ın yurdu olan Fransa, Türkiye'nin, nüfus büyüklüğünden dolayı, Avrupa entegrasyon tarihinde benzeri görülmemiş sorunlar çıkaracağını belirtme konusunda meşru hakka sahiptir. Türkiye'nin üyeliği, mevcut tüm dengeleri bozacak bir yapı taşıyacaktır. Hiçbir zaman yeni bir üye, Fransa'dan ya da Almanya'dan daha kalabalık bir nüfusa sahip, buna karşılık düşük bir katılım kapasitesine sahip olmadı. Bu dev ülke kurumsal oyunun içine girdiğinde, Avrupa'nın kurucu atalarının Avrupa Projesi'nden geriye ne kalacaktır? Komisyon ve üye devletler bu soruya hiçbir zaman yanıt getirmediler. İddialı ortak politikaların devamının gelmesi için finansmanı kim, nasıl sağlayacak? Türkiye'nin üyeliğine en çok destek çıkan ülkeler bile AB ortak bütçesini artırmayı reddediyorlar. Peki mevcut toplumsal hedefleri terk etmiş, pazara indirgenmiş bir Avrupa istemeyen yurttaşlar nasıl ikna edilecek?

Bu konuda bir görüşme yapılmalı. Ancak sürecin sonunda değil ve yine sadece Fransa'yla kısıtlı da kalmadan, hassas diplomatik sorunları halletmek için uygun olmayan doğrudan demokrasi yönetimiyle değil, ulusal parlamentoları ve Avrupa Parlamentosu'nu sürecin içine sokmak suretiyle temsili demokrasiye saygı göstererek, bu tartışma süreci gerçekleştirilmelidir. 2004'ten bu yana "AB'nin entegrasyonu muhafaza ederek yeni üyeleri hazmetme kapasitesini" hesaba katma sorunu önem kazandı. Bunun sonuçlarını düşünmek artık Birlik yetkilileri ve hükümetlere düşmektedir. Pek akıllıca olmayan ve ortaklaşa verilmiş sözlerden kaynaklanan Birlik'in borçlarını tek başına temizlemek Fransızların çıkarına uygun bir hareket olmayacaktır. En iyi anayasa reformu hiçbir ülkeyi dışlamayan ve devlet başkanına, zamanı geldiğinde, her durum için ayrı ayrı olarak, bir adaylığın onaylanmasının halka mı yoksa temsilcilerine mi ait olduğuna karar verme yetkisi tanıyan bir reform olacaktır. Eğer Türkiye'nin Avrupa Birliği içinde yeri yoksa bile, bu ülke stratejik önemdedir. Esaslı bir içerikle donanmış, güven ilişkilerine dayanan bir ayrıcalıklı ortaklık uygun ve istenir olacaktır. Angela Merkel'in önerdiği de zaten budur. Bu durumda Fransız yöneticilere düşen, her tarafa saygılı bu orijinal ortaklığa biçim vermek için çalışmaktır. Fransız halkını, tek başına, bunca yıl Avrupalıların taleplerini yerine getirmek için gayret gösteren Türk halkını reddeden taraf durumuna sokmayalım.
 
Kaynak: Zaman