Yaklaşık altı-yedi ay önce benzer bir başlıkla bu konuyu aktarmaya çalıştığımı hatırlıyorum.
Konu tekrar gündeme geldi, daha da gelecek, bu nedenden bir kez daha ele almakta fayda var.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve ekibi kırk küsur senelik bir aradan sonra Fransa'nın NATO'nun askeri kanadına dönmesi konusunda harekete geçmiş bulunuyorlar.
1966 senesinde dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, ABD Başkanı Lyndon Johnson'a bir mektup gönderiyor ve Fransa'nın ulusal bağımsızlık ve özerk kararlar alabilme amacıyla NATO'nun askeri kanadından çekilmek istediğini bildiriyor.
Temel amaç da Fransa'nın NATO kısıtlarına takılmadan nükleer projelerini hayata geçirebilmek.
Soğuk savaşın en ateşli günlerinde alınan bu karardan kırk üç sene sonra ise bugün Fransa NATO'nun askeri kanadına dönüş için büyük bir arayış içinde.
Önümüzdeki Nisan ayında NATO'nun altmışıncı senesi için Fransa'nın Strasburg kentinde ve Ren nehrinin hemen öbür kıyısındaki Alman küçük kenti Kehl'de ABD Başkanı Obama'nın da katılacağı toplantılar yapılacak.
Toplantıya ev sahipliği yapacak olan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Alman Şansölye Angela Merkel bu zirve toplantısında değişen dünya dengeleri çerçevesinde Avrupa Birliği ile NATO'yu daha da yakınlaştırma ortak projelerini hayata geçirmek için çabalayacaklar.
ABD de bu Fransız-Alman projesine çok sıcak bakıyor ve NATO'nun AB'nin ortak güvenlik politikasıyla örtüşmesini istiyor.
Fransa ve Almanya'nın bu ortak projede en büyük amaçları ulusal savunma harcamalarını biraz daha kısabilmek için etkin bir NATO güvenlik şemsiyesini kullanmak.
ABD ise Fransa gibi bir büyük Avrupa devletinin NATO çerçevesinde elini taşın altına sokmasını ve sorumluluk almasını çok arzu ediyor ve bu nedenden söz konusu Fransız-Alman projesini ve Fransa'nın NATO'nun askeri kanadına dönüşünü destekliyor.
Hatta bugünden ABD'nin Fransa'ya Norfolk (ABD-Virjinya) ve Lizbon'da (Portekiz) iki komuta görevi de teklif ettiği ve bu konuda anlaşıldığı rivayet ediliyor.
Gelelim Türkiye'nin bu süreçteki konumuna.
Türkiye, Fransa'nın kurucu üye olduğu AB'de katılım müzakerelerini yürüten bir ülke ve müzakerelerin ilerlemesi önünde, özellikle 'Ekonomik ve parasal birlik' dosyasında Fransa engel çıkartıyor, veto takdirini kullanıyor ve Türkiye'nin ekonomik ve dolaylı olarak da siyasal istikrarı açısından çok önemli olan bu dosyanın müzakeresini engelliyor.
Öte yandan Türkiye, Fransa'nın dönmek istediği NATO'nun askeri kanadının üyesi ve bu konuda yani Fransa'nın askeri kanada dönüşü konusunda kullanılması hem çok zor hem de çok şık olmayan bir veto hakkı var.
Özellikle fransızlar Türkiye'nin bu konuda hukuken veto yetkisi olmadığını söylüyorlar ama konuya ilişkin NATO belgelerinde benzer konular için 'oybirliği ilkesi' değil ama 'mutabakat' gibi bir kavram kullanılıyor.
Daha geniş bir açıdan baktığınızda mutabakat kavramı da bir anlamda 'veto yetkisi' anlamına gelebilir.
Ancak, uluslararası ilişkilerde, üstelik eski ve çok önemli bir ortaklık çerçevesinde veto yetkisinin rastgele kullanılması, şantaj anlamına gelebilecek bir pozisyon hoş değildir ve büyük bir ihtimalle de ters teper.
Dolayısıyla da Türkiye'nin, NATO'nun geleceği, AB-NATO yakınlaşması, NATO'nun AB'nin ortak savunma politikasında üstleneceği rolde olumsuz bir pozisyon alması Türkiye'ye yakışmaz, Türkiye'nin AB ve dünya perspektifine de uygun düşmez.
NATO askeri kanadında şantaj yapmak, Obama yönetiminin çok desteklediği projeye takoz koymak Obama döneminde Türkiye-ABD ilişkilerini de olumsuz etkiler.
İşte tam da bu aşamada diplomasinin incelikleri gündeme gelir; asla şantaj yöntemlerine başvurmadan, bu ilginç konjonktürde usta pazarlıklar yapabilmek, AB sürecinde bir-iki engeli bu sayede arkada bırakabilmek çok önemli.
Geçmişimizde, Kenan Evren döneminde Yunanistan'ın NATO askeri kanadına pazarlıksız geri dönüşünde yenen büyük ulusal kazık gibi bir hatırayı da unutmadan, işleri asla şantaj aşamasına da vardırmadan iyi müzakere etmek lazım.
Star Gazete