Yunan Başbakanı Karamanlis'in tarihî ziyareti, beklendiği gibi Patrikhane ve ekümenik meselesini yeniden gündeme getirdi.

Karamanlis'in beyanlarında, Yunan pozisyonu açısından bir yenilik yoktu. Ancak Başbakan Erdoğan'ın konuyla ilgili sözleri, yeni bir yaklaşımın izlerini taşıyordu.

Türkiye, her iki konuyu yıllardır tartışıyor. Kamuoyundaki görüşler de aşağı yukarı belli. Bir yanda "Ruhban okulu açılamaz, ekümenik sıfatı kullanılamaz" diyenler, diğer yanda iki konuyu da sorun görmeyenler. Resmi yaklaşımın bu iki görüşten hangisine yakın olduğu ise tartışmalı.

10 yıl kadar önce, Erzincan Milletvekili Naci Terzi, 10 yıl önce devletin bu konuya yaklaşımını öğrenmek için Patrikhane'nin statüsünü bir soru önergesiyle dışişleri bakanına sormuştu: "Rum patriğinin statüsü ile Batı Trakya'daki müftülerin statüleri ne zaman belirlenmiştir, aralarında fark var mıdır? Patriğin ekümeniklik çabalarını nasıl karşılıyorsunuz?"

Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in, 3 Kasım 1997 tarihli cevabı resmi bakışı özetliyordu: "Müftülüklerin statüsü 1913 Atina Muahedenamesi ile, Rum Patrikhanesi'nin konumu ise 1923 Lozan Barış Konferansı ile belirlenmiştir. Müftülükler de, Patrikhane de sonuçta cemaatlerinin dinî ihtiyaçlarının karşılanması amacına hizmet ettikleri cihetle işlevleri bakımından aralarında büyük benzerliklerin olduğu açıktır. Ancak, yasal konumları bakımından aralarında önemli farklılıkların bulunduğu da bir gerçektir. Patrikhane'nin konumu, Lozan Barış Konferansı'nda belirlenmiştir. Bu düzenleme geçerliliğini korumaktadır..."

Dışişleri'nin kaleme aldığı bu cevapta, Patrikhane'nin konumunun Lozan'la belirlendiği söyleniyordu; ama ekümenik sıfatına ilişkin detay yoktu. Belki de bu konuya girilmek istenmemişti.

AK Parti yetkilileri, bu konularda daha esnek bir yaklaşım sergilerdi. Ancak Aralık 2004'te yaşanan bir olay, esnekliğin sınırlarını gösterdi. Amerika'daki Ortodoks Patrikhane Temsilcileri Ulusal Konseyi'nin, ABD Büyükelçisi Edelman onuruna vereceği resepsiyon davetiyelerinde patrik için 'ekümenik' sıfatını kullanması, Ankara'yı hareketlendirdi. Dışişleri'nin talebi üzerine Başbakanlık bir genelge yayınlayarak kamu görevlilerinin davete katılmamasını istedi.

Papa'nın Türkiye ziyaretinde, Bartholomeos için 'ekümenik' sıfatını kullanması üzerine konu bir daha alevlendi. Gazeteciler, 30 Kasım 2006 tarihli basın toplantısında Dışişleri'nin tepkisini sorunca, sözcü şöyle dedi: "Biz ekümenikliği tanımadığımızı ve kabul etmediğimizi bütün dünyaya söylemiş, anlatmış durumdayız."

Geçtiğimiz yaz yaşanan gelişme, yargıyı da işin içine çekti. Patrikhane'yle ilgili bir dava münasebetiyle kilisenin hukukî statüsünü inceleyen Yargıtay, karar gerekçesinde 'ekümenik iddiasının yasal bir dayanağı olmadığına' hükmetti. Görüşünü, Anayasa'nın eşitlik ilkesinin yanı sıra Lozan müzakere tutanaklarına ve İstanbul Valiliği'nin 1923 tarihli yazışmalarına dayandırdı.

Buna öfkelenen Atina, ekümenik sıfatının, 'uluslararası anlaşmalara, Ortodoksluğun kutsal kurallarına, tarihe ve Kilise geleneklerine' dayandığını savundu. Her yıl olduğu gibi Avrupa Birliği, 2007 İlerleme Raporu'nda da bu soruna değindi. ABD'nin de patrik için bu sıfatı kullandığı malum.

Bu arada tarihçilerimizin meseleye bakışı farklı. Halil İnalcık'a göre ekümeniklik iddiası tarihî belgeleri ve Lozan'ı hiçe saymak demek. Ama İlber Ortaylı, "Kilise diye ortaya çıkan bir şey ekümeniktir, Katolik de ekümeniktir. Bunu böyle büyütmenin manası yoktur." görüşünde.

Bu çerçevede, Erdoğan'ın Karamanlis'le birlikte yaptığı basın toplantısında ortaya koyduğu yaklaşım dikkat çekici: "Ekümeniklik, Hıristiyan-Ortodoks dünyasının kendi iç sorunudur." Yasal dayanağı olmadığını da söyleyebilirdi. Halbuki bu çıkış, Türkiye'nin ekümenikliği tanıma veya tanımama gibi sorunu olmadığı ve devletin bu konuda nötr olacağı anlamına geliyor. Babacan da dün konunun tabu olmadığını söyledi.

Aslında fiili durum da buna uygun. Çünkü patrik, bu sıfatı içeride ve dışarıda zaten kullanıyor. Devlet, bu isimle yapılan toplantıları engellemiyor. Patriğin bu sıfattan kaynaklanan uluslararası yetkilerini kullanmasına karışılmıyor. Dolayısıyla konuyu kilisenin iç işi olarak görme yaklaşımı, yıllardır süren fiili durumun adını koyduğu gibi, Türkiye'yi de rahatlatabilir.

Nitekim, yıllar önce bu meseleyi derinlemesine konuştuğumuz kıdemli bir diplomat da çıkış yolu olarak benzer bir formül önermişti. Aksi halde, patrik bu sıfatı kullanmaya devam eder, biz de insan hakları raporlarında karalanmaya!

 
Kaynak: Zaman