İnişleri çıkışları olan ülke Türkiye…

27 Nisan 2007 bir ucu, temsil ediyor, 22 Temmuz 2007 öteki ucu…

Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçildiği 28 Ağustos tarihinin ifade ettikleri nerede?

29 ve 30 Ağustos günü askeri komuta heyetinin davranışlarıyla karşımıza dikilen Türkiye resmi nerede?

Anlamak zor değil…

İniş çıkışlar, değişim ve bu değişime direncin aynı anda kabarmasıyla ortaya çıkıyor. Büyük bir iktidar mücadelesinde tarafların hamleleri ya da hamle üstünlükleriyle şekilleniyor ve doğrulanıyor.

Ancak görülen o ki, ülke ciddi sarsıntı dönemini atlatmıştır.

Devlet düzeyi başta olmak üzere siyaset mekanizmasının hemen her noktasında yeni dengeler oluştu ve bu çerçevede tüm bir sistem için kâh gönüllü kâh zorunlu bir uyum süreci başladı.

Meşruiyet krizi yaratmak isteyen otoriter anlayış, tersten esen, son derece güçlü ve derin diğer bir meşruiyet dalgası karşısında ezildi ve anlamını kaybetti.

Merkez medyada bile sonunda hava değişti, değişmek zorunda kaldı. “Elitist korku cephesi”nin başyazarları, örneğin Oktay Ekşi, Güngör Mengi bile askerin davranışlarını kabul edilemez ve gayrimeşru ilan etti. Genelkurmay Başkanı'nın davranışlarıyla ve sık çıkışlarla orduyu siyasallaştırdığı söylendi.

Kabul edilmeli:

Bu, “insanları, yapıları, örgütleriyle tüm bir toplum”un, “toplumsal meşruiyet”in ve “demokrasi”nin gücüdür.

Demektir ki, siyaset, temsil, yasallık ve meşruiyet arasındaki bağlar, artık bu ülkede de “toplumsal ve siyasi var oluşun asgari koşulu” haline gelmektedir.

Demektir ki toplumsal nitelik taşımayan, demokrasinin temel araçlarını göz ardı eden meşruiyet arayışları ve dalgaları devri sona ermektedir.

Artık kimilerinin istediği ortamı oluşturmaya, seçmenleri korkutup kaçırmaya, otoriter bakışın gerekli ve kaçınılmaz olduğu inancını yaymaya, “psikolojik harekâtlar” bile yetmemektedir.

Kutuplaşma yaratmayı, ordunun beklediği zemini üretmeyi “merkez medya” bile beceremez haldedir. Tersine bu merkezin malum yöneticileri, değişen, demokratikleşen bir Türkiye'ye ayak uydurmak zorunda kalmaya başlamışlardır, daha kalacaklardır.

Tehlike ve tehdit fikri, demokrasiyle kültürel ayrıcalıklarını karıştıran dar bir kesimde karşılık bulmaktadır ve bu kesim her geçen gün kan kaybetmekte, daha doğrusu normalleşmektedir.

Bu noktaya bir çırpıda ve kolay gelinmedi.

Toplum ve toplumsal deneyimin ürettiği rüzgarlar ortada…

Ülkede rüzgarlar uzun süredir laik kesim için demokratikleşme yönünden (orta şiddette), İslami kesim için sekülerleşme yönünden (kuvvetli şiddette) esiyor.

Siyaset mekanizması performansı da ortada…

Siyasi partiler kendi alanlarını korumayı bildiler. İlk kez bir siyasi iktidar askeri muhtıra karşısında şapkasını alıp gitmedi. Usulünce direndi, demokratik açıdan meydan okundu. ANAP ve DYP gibi aksi tutum alanlar tasfiye oldular. İkinci aşamada MHP, DSP ve DTP siyasi alanın korunması ve meşruiyetine katkıda bulundular.

Ve asker için “üretilen meşruiyet denizi” bitti...

Sayfaya noktayı Gül'ün seçiminden sonra kimi generallerin yaptıkları hamleler ve bu hamlelerin gördüğü tepki koydu.

Ordunun komutası bundan böyle demokratik oyunu kabul etmek, bu toplumun ordusu olmak zorundadır…

Geriye tek seçenekleri kalıyor: Darbe…

Darbe, bu ülkeye, bu topluma, bu orduya ve bu vatana yapılacak ihanetlerin en büyüğüdür…

Daha ötesi yok…

Evet, engel olan çıkmazsa bu gemi artık “demokrasi ve refah suları”nda hız alacaktır…

 

Kaynak: Yeni Şafak