Türkiye, 22 Temmuz'da "siyasete, demokrasiye ve uzlaşmaya" sahip çıkan siyasi bir ittifakın doğumuna tanık oldu. Bu ittifak AB sürecine, reform politikalarına destek verdi. Değişime yönelik tepkilerin, korku propagandası ve politikasının anlamsızlığını gösterdi…
Toplumu görmezden gelme, demokrasiden uzak düşme riskini almadan bunun tersini söylemek mümkün olabilir mi?
Bizde oluyor…
Zira stratejik merkeze hakim olan bir kesim, demokrasiyi sadece kendi ayrıcalıklarını koruma vesilesi olarak algılamaya, bu konuda kendisini ve etrafını kandırmaya devam etmek istiyor.
Seçimlerin üzerinden daha bir ay bile geçmedi.
Neyi tartışması gerekiyor Türkiye'nin?
Yeni meşruiyet dalgasının anlamını, yeni demokratikleşme programını, sandıktan çıkan ittifakın siyasi karar sürecine nasıl yansıyacağını tartışmamız gerekmiyor mu?
Tartışılması gereken ülkenin yeni AB politikasına, dünyaya nasıl açılacağına kafa yorması değil midir?
AK Parti'nin geçirdiği evrelerin siyasi ve sosyolojik anlamının, Türkiye'de seçmen ittifaklarında yaşanan kalıcı ve yapısal kaymaların ele alınması icap etmiyor mu?
Peki neyi tartışıyor Türkiye?
Daha doğrusu neyi tartışıyor Türkiye'nin türlü merkezleri, medyanın merkezi, devletin merkezi, ekonominin merkezi?
"Sandık sonuçları Türkiye için tehlikeli olur mu, sandıktan çıkana nasıl boyun eğdiririz, şimdi asker ne der…"
Tartıştığı bu…
Dolayısıyla ortalıkta, itiraz ve karalama furyası, tehdit havası, kibirli analizler cirit atıyor.
Evet, neden belli: "Kastlar arasında büyük bir iktidar mücadelesi" süregidiyor…
Ancak bu madalyonun sadece bir yüzü…
Madalyonun sadece bir yüzü, zira hiçbir şey, yaşanan iktidar kavgasının hiçbir unsuru, değişime gösterilen direncin hiçbir tezahürü, Türkiye'nin demokrasi ve değişim hattında hızla yol aldığı gerçeğini gizleyemiyor.
Kast sisteminin altüst olmasını engelleyemiyor.
Nitekim siyaset ve demokrasi kervanı ilerliyor:
Yarın cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu var, en geç 5 gün sonra Abdullah Gül Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı olacak. Ve Çankaya'ya ilişkin kriz defteri şöyle ya da böyle kapanacak. Toplumsal ve siyasal değişim dalgası, siyasi normalleşmeyi devreye sokmuş olacak…
11. Cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye'nin demokrasi tarihinde sembolik bir eşik oluşturacaktır.
Her şeyden önce her tür baskı ve dayatmaya rağmen siyasi kararları yetkili olan ve yetkisinden dolayı sorumluluk taşıyan siyasetçinin verebileceği ortaya çıkmış olacaktır. Asıl önemlisi baskı, dayatma ve askeri vesayet kıskacının, ancak "toplumsal meşruiyet ve siyasi irade ikilisi" tarafından kırılabileceğinin iyice anlaşılacak olmasıdır.
Diğer yandan Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkması "siyaset ve siyasetçi karşısında rejim temsilcisi ve denetçisi" cumhurbaşkanı modelinin, toplumsal-siyasal gelişme ve gerekler istikametinde tarihe karışmasını ifade edecektir. Bu modelin askeri vesayet düzeninin ayrıcalıklı cihazlarından birisi olduğu dikkate alınırsa, atılan adımın ya da alınan yolun ne denli önemli olduğu görülür.
Başka bir deyişle 2002'de başlayan reform, sivilleşme ve değişme hamlesi keskin bir neşter darbesiyle devam edecektir.
Bu çerçevede Gül'ün Çankaya'ya çıkıyor olması, yalnızca bir isim değil, aynı zamanda bir sistem meselesidir. Türk toplumun tüm kesimleriyle ve iğneyle kuyu kazarcasına açtığı "demokrasi pisti" söz konusudur.
En nihayet AK Parti'nin ağır toplarından birisinin Cumhurbaşkanı olması, gerek bu siyasi geleneğin gerekse onu destekleyen kesimin yaşadığı değişimin göstergesi olarak karşımızdadır. Ve bu aynı zamanda, AK Parti'ye verilen yüzde 47'lik oyun gösterdiği gibi diğer toplumsal kesimlerin yaşadığı değişimin de bir işaretidir.
Demokrasi değişmeyi, sindirmeyi, düşünmeyi öğretmektedir.
Nitekim gerek AK Parti'nin gerek dindar kesimin gerekse Türkiye'nin yaşadığı değişimin tek bir kriteri vardır:
Demokrasi…
Kaynak: Yeni Şafak