“Giymiş pembe şalvarı, sallanır saçakları, yellere vay vay” desem yakışmaz; zihinsel ağırlığını ve vücut ölçülerini bilmediğim, resmini de henüz Googleden bularak gördüğüm Ece Temelkuran’ı rahatsız eden okur-yazar kadınlarımıza.

            Kapalı kadınları görünce kendini çıplak hisseden Ece, örtülü kadınlara “Okur-Yazar” diyor.“Entelektüel” demeyi kendine haksızlık kabul ediyor zira. Haksız da değil.  

            Hak vermemek için ahmâk olmak gerekir.

Diğer taraftan “yarı kapalı” ya da “yarı açık” (F tipi mahkûmları mevzu dışı) okur yazar kadınlarımızın Ece’nin attığı temel üzerine kurdukları itirazları okuyunca, anladım, aralarındaki fark kumaştandır.

O halde;

“Yüzünün yarısı göz kadife yansımalı/Bulutlu siyah ah bulutları eflatun

O boy aynasından çıktı fransızın malı/Vişne asidi vardı tadında rujunun

Ah sinema yıldızı filan olmalı/Ağızlığı kristal, son derece uzun*” desek ancak kurtarır okur-yazar kadınlarımızı, başlarındaki örtü de olmasa!...

Gel gör ki; Çıplak kadın görmekten rahatsızlık duyuyor, eşarbını saçlarının topuzuna  kadar gerip bonesini duvak gibi kullanan soluk rujlu okur yazar kadınlar da!. Ama çok şey bildikleri için, meseleye modernitenin hurafesi ya da sosyolojik kadın deneyimleri bağlamında, abidik-gubidik tahliller ve entelektüel cümleler kurmuşlar. 

Ama zaten kapalı kadınlara göre Ece, yeteri kadar çıplak değil mi?

İki tarafın da meseleyi ele alış biçimi Ece’nin çıplaklığı dışında nasıl bir fark oluşturuyor?

Belki de Ece hatun kendini çıplak hissetmenin verdiği azapla örtünmeye doğru bir eğilim içindedir de bundan duyduğu rahatsızlığı dışa vuruyor.

Ece’nin kendinde rastladığı “çıplaklık” hissi, “namussuzluk” kavramına denk düşüyor belki onun semantiğinde? Namussuzluktan rahatsız olmayan birini kim işaret edebilir bu toplumda?

Örneğin Hacı Bayram Cami’nin önünden geçerken kendini çıplak hisseden Ece, herkesin üryan gezdiği çıplaklar kampına düştüğünde bikiniyle dolaşmayı tesettür kabul edip namuslu olmanın haklı gururunu yaşıyorsa bu, takdir edilecek bir durum değil midir?

Mesai içerisinde, her namaz vaktinde “ben namaza gidiyorum” diyen iş arkadaşım aslında bana “sen gâvursun” demiyor mu gizliden gizliye…

Her gün ve her namaz vakti bana gâvurluğumu hatırlatan birinden rahatsız olmamam için ya benim de onunla namaza gitmem, ya da onun benim gibi beynamaz olması gerekmiyor mu?

İki hafta önce Las Palmas’ın kıyıya sıfır restoranlarında takım elbiseyle otururken, Las Canteras plajındaki çıplakları görünce ne kadar Müslüman olduğumu anladım.

Müslüman olmanın verdiği gururla etrafıma bakarken üstsüzlerin ve sarhoşların “manyak mı bu adam?” ifadeli bakışlarından hiç de rahatsız olmadım.

Ama gel gör ki Atatürk Havalimanında son bulan bir gurur bu. Hasbelkader bir caminin önünden geçip gâvurluğumu hatırlayacağım diye ödüm kopuyor. Ve beni rahatsız ediyor bu camileri dolduran müminler, arkadaş..

“Niye namaz kılıyorsunuz?” demiyorum. Namaz kılanlardan rahatsız değilim. Bu, kendi gâvurluğumdan duyduğum rahatsızlıktır bilakis.

Ece Temelkuran’ın rahatsızlığı da böyle bir şeydir belki.

Üstelik resminden gördüğüm kadarıyla çıplaklık da yakışmaz, bu Kadıköy iskelesindeki çiçekçi kız suratlı kadına.

Emin olun onun çıplaklığından dünya görüşü olarak değil, estetiksizliğinden ötürü rahatsız olur insan. Yarı açık olması bile idareyi zorlar aksi halde.

Şimdi gelelim bu okur-yazar kadınlarımıza;

Her şeyi bilirler, her şeyi okurlar. Her yere giderler. İçkili Cafeler, sinemalar, tömbekiciler, sempozyumlar, galalar, TV’ler, açılışlar, kokteyller…

Ece’nin takıldığı Cafelerde otururlar ve onun okuduğu kitapları okurlar. Hatta evli olanların bile eşlerinden çok entelektüel erkek arkadaşlarıyla sinemaya gittikleri söylenir.

Ama başörtülü oldukları için ve İslamcı kesimde bir şekilde inkişaf ettikleri için zırt pırt görüşlerine müracaat edilir. Fikir serd ederler, beyanat verirler…

İslami kesimde her köşede kendine yer bulan bu kadınlar Ece’yi rahatsız etmemek için açılıp saçılsalar da “öteki” kabul ettikleri ve fakat onlarsız yapamadıkları yerlerde kendilerine bir köşe bulamazlar. Tempo dergisine bir sayılığına kapak olur, o da vücut ölçüleri yeterli ya da estetik görsellikleri varsa. Geriye kepazelikleri yanlarına kar kalır.

Ama Sebnem Sheffer başını örtsün İslamcı bir dergi ya da gazetede başyazar bile olur.

Ayrıca bu okuryazar İslamcı kadınların aynı ilişki sermayesi içinde değer verdikleri burnu uzun ve de büyük, diğer İslamcı tripli yazar arkadaşlarının, Ece gibilere nasıl yavşadıklarını da bilmiyor değiliz.

Daha ikinci gün; “Bir kadın, bilgi kompleksine girdiği andan itibaren dişiliğini kaybeder” dediğimde kaybetmiştim sevdiğim kızı.

O da zaten bir “erkeklik” göstererek gittiği için bu sözüme doğruluk kazandırmıştı.

Uzun süre haksız oluşumla yargıladım kendimi.

Ta ki Bouadlere’in o kahredici sözüne rastlayıncaya kadar;

“Entelektüel bir kadınla evlenmek homoseksüelliktir”

Okur-Yazar kadınlarımızın Ece’den daha bilinçli olması gerektiğini ben söylemiyorum. Zaten eğer Ece ile aralarındaki fark kumaştan ibaret değilse, bilincin yapması gereken ahmaklığa karşı susmaktır.

Bilinç her şeydir;;

“Tavana asılmış sosyalist saçlarından/Ah sabah sabah omuzları kan içinde

İşkence sonrası genç bir kadın militan/Yığınlar uğulduyor hummalı gençliğinde

Adı bile çıkmamış dudaklarından/Doğru yaşadığının sımsıkı bilincinde ..*.”

Birileri rahat yaşamak adına soyunup dökünüyorsa, diğerleri de doğru yaşadığının sımsıkı bilincinde olarak örtünüp bürünmeli. Ve bunu demokratik hoşgörü, kadınsal enlem-boylam, modernitenin deneyimselliği gibi soysuzluğa iz düşüren kelimelerle değil, adam gibi inancıyla savunmalı…

Haydi, herkes evine…


*Attila İlhan. AH!