Çin gayet mağrur bir havada. Yakın zamana kadar, Pekin, kurulu uluslararası düzenin bozulmaması konusundaki endişelerini düzenli olarak dile getirirdi. Ama yükselişteki Çin artık yükselmiş durumda. Eski utangaçlıklar bir tarafa bırakılıyor. Pekin, Amerikan Monroe doktrininin Doğu Asya versiyonunu formüle eder görünüyor.
Nobel Barış Ödülü töreninin boykot edilmesini örgütlemek için verilen uğraş bu yeni kendine güvenin küçük bir göstergesi. Çin'in başkentinde geçirdiğim birkaç gün içinde, demokrasi militanı Liu Xiaboo'nun adi bir suçlu olduğunu ondan defalarca işittim. Ona bu ödülü vermek hesaplanmış bir provokasyondu. Nobel komitesi, Batılı devletlerin sözünden çıkmayan bir kukladan başka bir şey değildi.
Batı'nın insan haklarına dair ikazlarına duyulan garezin çok ötesinde bir şeyler vardı havada. Çin, kendisinin ve başkalarının ulusal çıkarlarının arasında çok daha keskin ayrımlar gözetiyor. Bu yıl Kore yarımadasındaki gerginliklere gösterdiği tepkide net şekilde ortaya çıktı bu.
Pekin'in, tehlikeli ve öngörülemez Kim Jong-il ve ülkesinin nükleer silah programına dair kendine ait sahici kaygıları var. Kuzey Kore'nin Güney'e saldırıları bölgedeki barışı tehdit ediyor. Pyongyang'ın nükleer yayıcı özelliği küresel istikrarı tehdit ediyor. Ancak Çin açısından istikrar her şeyden önce geliyor. Pekin, Güney Kore'nin (ve Amerika'nın) kurallarıyla birleşmiş bir Kore görmek istemiyor.
Çin'in tarihten alınacak dersler konusunda çok dikkatli olduğunu işitirdim hep. Yükselmekteki ve mevcut güçler arasındaki ihtilaflar çok fazla savaşa sebep olmuştu. Çin'in "barışçı yükselişi" böyle bir felâketin önüne geçecekti.
Bu tip cümlelere artık söylemlerde yer olmadığını söyleyebilirim. Yerlerini, ABD hegemonyasının sonunun geldiği, uluslararası ilişkilerin artık çokkutupluluk gerçeğiyle yürüdüğü ve iktisadî gücüyle birlikte Çin'in stratejik çıkarlarının da büyüdüğüne dair gözlemler almış durumda. Bu noktada bazı şerhlerim olacak. Çinli bir siyasetçiyle hemen her konuşmaya hâlâ iç meselelerle, iktisadî büyümeyi devam ettirmenin ve toplumsal ve siyasî düzeni korumanın gerekliliğiyle başlanıyor. Dış ilişkiler iç politikanın bir uzantısı. Önemli olan, Çin'in, ekonomisi için gerekli olan petrol ve diğer doğal kaynaklara ulaşabiliyor olması. 2012'deki yeni kuşak liderlere geçiş döneminde, toplumsal istikrarın çok daha önemli olacağı addediliyor.
Çin'in yekpare bir dünya görüşüne sahip olduğunu varsaymak da yanlış. Batı'ya ve özellikle de ABD'ye karşı nasıl bir tavır takınılacağına dair partide çok aktif bir tartışma mevcut. Pekin'in de aynı Washington gibi şahinleri ve güvercinleri var. Çin Komünist Partisi'nin Parti Okulu'nda bu rakip akımları biraz gözlemleyebildim. Devlet Başkanı Hu Jintao'nun vârisi olması beklenen Xi Jinping'in başında bulunduğu okul, komünist elitlerin Mülkiye'si. Geçtiğimiz hafta okul, Aspen İtalya Enstitüsü Aspen ABD Strateji Grubu'ndan Avrupalı ve Amerikalı katılımcıların yer aldığı önemli bir tartışmaya ev sahipliği yaptı.
Çinli bir yetkili yakın zamanda okulda katıldığı bir seminerden bahsetti. Katılımcıların bir kısmı Washington'u asla güvenilmeyecek ebedî rakip olarak görürken başkalarıysa Çin'in menfaatinin, ABD'yle yapıcı ilişkilerde yattığı görüşündeymiş.
Pekin'in yarım adım geri atabileceğine dair işaretler de vardı. Kore yarımadasında gerginliğin artmasından, Pyongyang'ı sakinleştirmek için daha fazla çaba sarf edecek kadar endişe eder hale gelmiş durumdaki yetkililer, gerginliklerin, Hu'nun önümüzdeki ay ABD'ye yapacağı ziyareti gölgelemesinden korkuyor.
Aynı zamanda, Çin'in Güney Çin Denizi'ndeki hak iddialarının yanlış yansıtıldığından da şikâyetçiler. Her ne kadar HKO'nun içindeki bazıları öyle umsa da, bu sular, Tayvan ve Tibet'teki iddialarının aksine, resmî olarak merkezî önemde addedilmiyor. Her durumda, Çin'in, etrafındaki denizleri kontrol altında tutmak ve ABD'nin kendisine rakip olamayacağı bir deniz bölgesi çizmek konusunda istekli olduğu algısı mevcut. Birkaç yüzyıl evvel Başkan James Monroe, ABD'nin batı yarımküredeki üstünlüğünü ortaya koymuştu. Pekin'in, Çin'in Doğu Asya'da niye aynı şeyi yapmayacağını kendi kendine sorduğunu işitebilirsiniz. Washington, Hindistan'la stratejik ilişkisini pekiştiriyor. Çinli yetkililer, tüm bunların, Pekin'den gelen bir saldırganlığa cevaptan ziyade ABD'nin, Çin'i kontrol altında tutma kararlılığının işareti olduğunu söylüyor.
Bence Washington'un amacı kontrol altında tutmaktan ziyâde frenlemek: ABD'nin önümüzdeki birkaç onyıl boyunca Asya'da olacağını göstermek. Bana vurucu gelen, yanlış hesap ihtimali. Aslında barışçı yükselişin önünde hiçbir engel yoktu.
Kaynak: Zaman