Son yıllarda ABD çok taraflılığı küçümserken, Avrupa da işler kötü gidince Bush'un tek taraflılığını bahane etti. Bush sonrası herşeyin güzel olacağı fikri sadece bir yanılsama. ABD ve Avrupa onun gittiği gün bir sarsıntıyla uyanıp, yeni küresel ittifakları tanımak zorunda kalacak
Önümüzdeki ocak ayının sonuna doğru, ABD ve Avrupa bir sarsıntıyla uyanacak. Tarihinde ilk kez yeni bir ABD başkanına Amerikan ulusunun izafi bir çöküşe girmekte olduğu anlatılıyor olacak. Aynı anda Avrupalılar, George W. Bush'un görevinden ayrılmasının onları bir mazeretten yoksun bıraktığını fark edecek.
John McCain ya da Barack Obama'ya sunulan bir yığın brifingin arasında gelecek 15 yıldaki jeopolitik manzaranın muhtemel hatlarına dair bir değerlendirme de bulunacak. Bu belgenin şu malumu bildireceğini farz edebiliriz: Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından tek kutuplu bir an yaşandıysa, bu an ortaya çıkışı kadar hızlı bir biçimde geçip gitti.
İzafi konumu dikkate almak gerek
Bu analizdeki önemli kelime 'izafi'. Bu terimle dünyanın hemen her yerine efektif kuvvet konuşlandırma kapasitesine sahip olan ülkeyi kast ediyorsak, ABD bir süre daha yegâne süpergüç olduğunu sanabilir. Ekonomik ağırlık, teknolojik kapasite ya da askeri güçle ölçüldüğünde, ABD üstün güç olarak kalacaktır. Ama yükselen Asya ülkeleri, bilhassa da Çin karşısındaki izafi konumundaki değişim, o gücü fiiliyata geçirmesinin üzerindeki baskıları artıracaktır.
Bütün bunların aşikâr olduğunu söylüyorum ama, bu durum iki başkan adayına kulak veren Amerikalı seçmenlere öyle görünmüyor olabilir. McCain Amerika'nın kaba gücünü, ABD müttefiklerinin daha güçlü katılımıyla birleştirerek, daha etkili bir şekilde kullanıyor. Yardımcıları (neredeyse kesin olarak ölmeye mahkûm) küresel bir demokrasiler birliği fikrini yaymakla meşgul. Obama'ysa ABD liderliği için uğraşırken, güç örneğinden ziyade örnek güce inanıyor.
Yine de her ikisi de dünyayı, ABD'nin üstünlüğü karşısındaki tek ciddi tehlikeyi uzaklaştıran komünizmin çöküşünün ardından ortaya çıktığı gibi hayal ediyor. Son sekiz yılın hatalarının ve olaylarının kara tahtadan silinebileceği kanısındalar. Ancak bu, 4 Kasım günü kazanan adayın Beyaz Saray'ın eşiğinden adımını attığında karşısında bulacağı gerçeklik değil.
Washington'da çok kutuplu bir dünyadan bahsetmek, hakarete davetiye çıkarmaktır. İfade çok fazla yük taşıyor. Diğerlerinin Amerikan hegemonyasının büyüklüğüne karşı birlik olduğu imasını içeriyor. Çok sayıda Amerikalı politikacının aklına getirdiği resim, Atlantik ittifakı Irak konusunda bölündüğünde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Fransa lideri Jacques Chirac ve Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'le omuz omuza vermesi.
Bilhassa eski kafalı koalisyon herhangi bir sürekli stratejik değişimden ziyade, Schröder ve Chirac'ın karakteri ve Putin'in milliyetçi hırsları hakkında çok daha fazla konuştu. Jeopolitik kâbusun daha çağdaş bir versiyonu, enerji zengini ve kavgacı Rusya'yla taze iddialar peşindeki bir Çin'in liderliğinde yeni bir otoriter ittifak. Bu yüzden McCain'in danışmanlarından bazıları buna karşı bir demokrasiler birliği çağrısı yapıyor.
Ancak bu tür karamsar senaryolar, olsa olsa çok kutuplu dünyanın bir versiyonunu ifade ediyor -bu, Bush'un sözlerinden alıntılarsak, ABD'ye 'karşı olan veya yandaş olan' güçler arasında bölünmüş büyük güçlerin rekabeti anlamına geliyor.
Hakikatsa muhtemelen daha değişken güçten ziyade çekim merkezi olan
gerçekten yeni kutupların olduğu küresel bir ortam söz konusu. Bu dünya değişen
çıkarlara ve ABD'nin yeni muhafazakârlarının kati ayrımlarına meydan okuyan değişken bölgesel ve küresel ittifaklara sahne oluyor.
Bir örnek vereyim: Benim bu hafta yaptığım gibi Çin'de zaman geçiren herkes, herhangi bir Pekin-Moskova mihverinin devamlılığından şüphe edecektir. Çin liderliğinin Putin'in peşi sıra yürümek isteğini sanmıyorum. Çin'le Rusya'yı bölmesi muhtemel meseleler, şu an onları bir araya getiren fırsatçılığa uzun vadede önemli oranda baskın gelecektir.
Güçlerin alacağı biçim ne olursa olsun, yeni ABD başkanına kampanya sürecinde ortaya koyduğu değerlendirmeleri bir kenara bırakması söylenecektir. Geçmişe mazi derler. Müstakbel başkana, ABD Ulusal İstihbaratı'nın (NIC) geçenlerde Londra'da düzenlediği konferansta bir brifing verilmiş olabileceğine dair bir his de taşıyorum. Başkanın okuma listesinin tepesinde NIC'in 'Küresel Trendler 2025: Dönüşen Bir Dünya' çalışması olacaktır. Uzmanlar arasında yoğun istişarelerin konusu olan bu çalışma yeni yönetime gelecek stratejileri belirlemesi açısından iyi bir zemin sunacaktır.
Nihai rapor henüz yazılmış değil, fakat Chatham House konferansından anladığım şu: Raporda ABD'nin 2. Dünya Savaşı sonrasında yarattığı çok taraflı düzende köklü bir altüst oluş öngörüsünde bulunulacak. Cevaplanması daha güç olan soruysa, onun yerine konabilecek dişe dokunur bir şey bulunup bulunmadığı.
Daha muhtemel şekilde, dağılan çok taraflılıktan, büyük güçlerin rekabetinden ve dengeleyici ittifaklardan menkul karışık bir ekonomiyle yüz yüze kalacağız. Bu unsurlar arasındaki (işbirliğiyle rekabet, stratejik istikrar ve istikrarsızlık arasındaki) ilişki, Washington, Pekin, Moskova ve Avrupa'nın üstleneceği rolün derecesine bağlı olarak, Londra, Paris ve Berlin'de alınan kararlarla biçimlenecek.
Avrupa birleşik bir güç değil
Yeni ABD başkanı dünyadaki en güçlü liderin geçmişte olduğu kadar güçlü olmadığını anlayacaksa, Avrupa da yeni dünya düzeninin aynı derecede rahatsızlık verici olduğunu görecektir. Amerika'nın hatası çok taraflılığı küçümsemek ve boyundan büyük işlere kalkışmaktı. Avrupa'nın yanlış hesabıysa kurallara dayalı sistemin, dünyaya bir model sunacak biçimde sağlam bir noktaya geldiğini sanmaktı.
Son yıllarda işler tepetaklak gidince, Avrupa'nın refleksi Bush'un tek taraflılığını suçlamak oldu. Avrupa da maziye yaslanıp geleceğe uzanabileceğini düşündü. Bush gittiğinde her şey yine çok güzel olacaktı. İşin aslıysa, yeni başkanın onların elinden bu bahaneleri alacak olması.
Putin'in Gürcistan'ı işgali Avrupa'nın gücünün sınırlarına dair acımasız bir gösterge sundu bile. Ardından Moskova'yla yürütülen müzakereler, sadece Avrupa'nın bir güçten başka her şeye benzediğinin altını çizmeye yaradı. Rusya'nın enerji şantajına nasıl karşı konulacağında hemfikir olmaktan aciz bir Avrupa'nın bir ders çıkarıp çıkarmadığını sorarsanız, hiç emin değilim. Sanırım yanıt, kıtanın başkentlerine liderlerinin sahip olduğu kalite noktasından bakmaktan geçiyor.
Benim vardığım sonuç şu: Çok taraflı düzenin itibarını onarmak bakımından ABD ve Avrupa'nın önünde (belki yeni başkanın yemin töreninden bir veya iki yıl sonrasına dek kullanabileceği) çok küçük bir fırsat penceresi var sadece. Bu fırsatı kullanacaklarsa, Atlantik'in her iki yakasındaki liderler dünyayı kendileri görmek istediği şekilde değil, olduğu gibi görmek zorunda kalacaklar. Peki bunu yapacakları konusunda iyimser miyim? Pek değil.
Kaynak: Radikal