5 Haziran tarihli Posta'da, Mehmet Barlas yazmıştı... "Türkiye'nin talihsizliği"ni anlatırken şöyle diyordu: "Sosyal bilimler eğitimi almış, daha sonra meslek olarak seçtiği finans alanında en üst yöneticiliklere gelmiş bir bilge kişi ile, Türkiye'nin sorunlarını tartışıyorduk.
Şöyle seslendirmişti teşhisini: "Türkiye'nin talihsizliği Şinasi ve Namık Kemal gibi Batı'yı ilk tanıyan aydınların Fransızca öğrenmeleridir.
Türkiye, Tanzimat'tan başlayarak, Fransız sistemini benimsedi.
Fransız sisteminin özünde, devleti vatandaşlardan korumak vardır. Devletin en büyük tehdidi vatandaşlardır, halktır. Şinasi ve Namık Kemal, Fransızca yerine İngilizce öğrenselerdi kaderimiz farklı olurdu."
Kısmen doğru bir teşhis... Ne var ki, şöyle söylemek de mümkün: "Şinasi ve Namık Kemal; keşke Batı'yı ilk tanıyan aydınlardan değil de, Türk halkını ilk tanıyan aydınlardan olsalardı!"
HEM DEVLETÇİ, HEM AYDIN!
Doğrudur, "Fransız sistemi"nin temelinde, "devleti vatandaşlardan, yani halktan korumak" vardır!..
Şinasi ve Namık Kemal'in "Fransızca"yı öğrenmesinden bu yanadır ki, Türkiye'deki bütün "aydın"ların ve "aydınlanmacı"ların hedefinde "devleti korumak" vardır!..
Onlar için, "insanı yaşat ki, devlet yaşasın" prensibinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur!..
Onlar, "devlet ve rejim yaşasın" da, "insan"a ne olursa olsun düşüncesindedir!..
Tabii, "insan"lar da "kör ve sağır" değiller... Kendilerini "dışlayan" kişi, kurum ve partilere karşı 22 Temmuz'da "okkalı bir cevap" verdiler!.. Gittiler, "önce insan" diyen AK Parti'ye oy verdiler!..
Ne var ki;
"Yüzde 47'lik oy", bir başka deyişle, "Türkiye'deki 2 kişiden biri"nin AK Parti'ye oy vermiş olması, birçoklarına hâlâ "hazım sorunu" yaşatmaktadır.
BİR HAZIMSIZIN YAZISI!
Aradan 2.5 ay gibi bir zaman geçmesine rağmen, hâlâ şöyle yazılar yazanlar var:
"...Bu noktada Türk halkının iradesi hakkında da birkaç yorumda bulunmak gerekir. Türk halkının, 50 yıldır kendisini soyan, fakat seçim zamanı yüzüne gülen, ev ev dolaşıp seçim yatırımı olarak (rüşvet olarak okuyunuz) bulgur, pirinç, buğday dağıtan siyasi partilere, kendisine hakaret edip, 'ananı da al git' diye aşağılayan siyasi liderlere hâlâ destek çıkması yalnızca sosyolojik bir sapkınlığın değil, aynı zamanda psikopatolojik bir rahatsızlığın da göstergesidir. Türk halkı adeta mazoşist bir tavırla kendisine zulmedeni yüceltmekte, ezildikçe ve sömürüldükçe iktidar odaklarına daha da bağlanmaktadır. Bu durum akla Stockholm Sendromu'nu getirmektedir. Bilindiği gibi bu sendroma göre, örneğin bir terörist eylemde teröristler tarafından rehin alınan, yani özgürlükleri ve en temel hakları kısıtlanan insanlar zamanla kendilerini rehin tutanlara sempati beslemeye başlarlar ve kendilerini onlara gönülden bağlı hissederler. Araştırmalara göre, terör veya suç örgütleri tarafından rehin alınmış kimi insanlar, söz konusu suçlular hapisteyken onları ziyaret bile etmektedirler. İnsanın en temel haklarını elinden alan ve kendi varlığına bir tehdit unsuru oluşturan suçlulara bağlanması ve onlara sevgi duyması Türk halkının siyasal iktidarlar karşısındaki tutumuna benzemektedir. Halk, kendisini sömüren iktadara bağlanmakta, sömürü arttıkça bağlılık da artmaktadır. Bu sebepten son 50 yıldır Batı ile işbirliği yapan, emperyalizmin oyuncağı olmuş, içeride de kendi halkını sömüren merkez sağ partiler iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Türk halkı seçimini özgürlükten değil, gönüllü tutsaklıktan yana kullanmıştır."
KİMİN SEÇMENİ DAHA AYDIN?
Mehmet Barlas'ın konuştuğu "bilge kişi" ne diyordu;
"Türkiye'nin talihsizliği, Şinasi ve Namık Kemal gibi Batı'yı ilk tanıyan aydınların Fransızca öğrenmeleridir!"
İşte o günen, yani Tanzimat'tan bu yana, "aydın"(!)lar hep "Fransızca" öğrenmişler ve böylece "Türkiye'ye fransız kalma" dönemi de başlamıştır!..
Yukarıdaki satırların yazarı da, "Tanzimatçılar'ın çağdaş versiyonu"dur ki; hem "Türk halkına fransız"dır, hem de içinden çıktığı halka tepeden bakıp "hakaret" etmektedir!..
Satır aralarında da görüldüğ gibi; bu "kafa"lar, birlikte yaşadıkları topluma sadece "yabancı" değil, aynı zamanda "düşman"dırlar!.. Onlara göre, "halkın tercihi yanlış"tır!.. Hem, zaten "halk cahil"dir!.. O kadar cahildir ki, AK Parti'ye oy verenlerin büyük bir kısmı "ilkokul mezunu"dur!.. Oysa, CHP'ye oy verenler "yüksek tahsilli" kişilerdir!..
Bunu, daha önce yazmıştım... Ancak, "Türkiye'ye fransız" bu "aydın"(!)cıkların "nato mermer, nato kafa"larına sokabilmek için bir kere daha yazmak zorundayım...
Tamam, AK Parti'ye oy verenlerin çoğu "ilkokul mezunu"dur!.. Hadi, diyelim ki "cahil"dir!.. Gelin görün ki, bu "cahil"(!) insanlar, AK Parti'nin "profesör, doçent, doktor, mühendis" gibi "aydın" adaylarına oy vermişlerdir!..
Peki, "CHP'nin okumuş-yazmış, yüksek tahsilli seçmeni" kime oy vermiştir?..
Ben söyleyeyim:
Hiç de "okuma-yazma" gerektirmeyen "sekreter"lere ve "şoför"lere oy vermişler ve Meclis'e onları göndermişlerdir!..
Evet, evet; CHP'nin "aydın"(!) seçmeni, "Ecevit'in şoförü"ne ve "Baykal'ın sekreteri"ne oy vermiş ve onları "milletvekili" seçmiştir!..
Yani, sizin anlayacağınız;
AK Parti'nin "cahil"(!) seçmeni "aydın" insanlara, CHP'nin "aydın"(!) seçmeni de "şoför" ve "sekreter"lere oy vermiştir!..
Bunu özellikle ifade ediyorum ki; eğer bundan sonra da "seçmen profili" tartışılacak ise, bu tablo gözden ırak tutulmasın!..
"Seçmenin eğitim durumu" elbette önemlidir!.. Ama, "kimi seçtiği" ve "Meclis'e kimi gönderdiği" bundan çok daha önemlidir!..
KEŞKE TOPLUMU TANISALARDI!
İşte manzara ortada: AK Partili seçmenin seçtiği insanlar, bugün "özgürlük ve demokrasi"ye öncelik veren bir "sivil anayasa" yapmaya çalışırlarken, CHP'liler, hâlâ "değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" tabulara sarılmakta ve "dogma"ların savunuculuğunu yapmaktadır!..
Niye?.. Çünkü CHP "devletçi"dir!.. Çünkü CHP'nin gözünde, "en büyük tehdit vatandaşlar"dır!.. Çünkü CHP'ye göre; "devlet, vatandaşlardan korunmalıdır!"
Şimdi anlıyor musunuz;
"CHP'deki zihniyet hastalığı"nın nerelere uzandığını?. Evet, bu hastalığın temelinde "Fransız sistemini benimsemek" vardır!..
CHP, "Fransız sistemi"ni öylesine benimsemiştir ki, sonunda "Türkiye'ye fransız" olup çıkmıştır!..
Aslında var ya, kabahat CHP'de değil, kabahat Şinasi ve Namık Kemal'de!..
"Batı'yı tanımak" yerine, "içinde yaşadıkları toplumu" tanısalardı, Türkiye, bugün "devlet-millet kamplaşması" yaşamazdı!..
"Cuntacı"lar da bu kadar prim yapmazdı!..
Birazcık "esnek" olsalardı, "tabu"lardan azıcık kurtulabilselerdi ve "dogma"ların esiri olmaktan birazcık uzaklaşabilir, "dünyadaki değişim"e azıcık ayak uydurabilselerdi, zırt-pırt ne "kriz" yaşardık, ne de "gerilim!"
Ve tabii, Bay Deniz Baykal da; "Bizi projelerine engel olarak görenler CHP'yi parçalamaya ve dağıtmaya çalışıyor" gibi bir "sendrom" yaşamak zorunda kalmazdı!..
Ahh, ne olurdu sanki;
"CHP de topluma ayak uydurabilse"ydi!..
Ancak, şu da unutulmamalı:
"Dinozorlar, eğer yaşadıkları çevre şartlarına ayak uydurabilselerdi, bugün hâlâ yaşıyor olurlardı!"
Korkarım ki;
CHP'yi de "dinozorların akıbeti" bekliyor!..
---------------
Ayinesi iştir kişinin!..
Denizli'de Pamukkale Üniversitesi'nin rektörü Prof.Dr. Fazıl Necdet Ardıç, önceki günkü "açılış töreni"nde Batı'yı yerden yere vuruyor ve şöyle diyordu: "Avrupa'da içe kapanma, dünyada olup bitenden habersiz olma, kendi düzenlerini sürdürecek, insan haklarına aykırı her türlü deneme girişimleri ortaya çıkmaktadır!"
Altına benim de imza atabileceğim bu sözlerin devamında Rektör F.N. Ardıç, şunları söylüyordu:
"İnsanlar; birbirlerinin ortak olduğu değerleri değil, birbirlerini ayıran değerleri savunmaya teşvik edilmektedir!"
Bu da doğru... Ve tabii, sadece "Batı" için değil, "Türkiye" için de doğu!.. Rektörün de ifadesiyle; Türkiye'de de, insanlar "ortak değerleri" değil, "birbirlerini ayıran değerleri" savunmaya teşvik ediliyor!..
Ne acı ki; bu "doğru"ları söyleyen Bay Rektör'ün üniversitesindeki o törene, "Türkiye'nin ortak değeri"ni sembolize eden "2 başörtülü öğrenci" alınmadı!..
Rektörü dinleyenler; "Bu ne perhiz, bu ne turşu" demekten kendini alamadı!..
Kaynak: Vakit