"Beceriksizliği" mi demeliyim yoksa "çaresizliği" yerine? Beceriksizlik, çaresizlik, basiretsizlik, cesaretsizlik... Veya hepsi birden...

 Sebep her ne ise, sonuç şu ki, koskoca bir CHP tabanı, dışarıdan bir gözün gördüğünü göremedi, yaptığını yapamadı; Sosyalist Enternasyonal kadar olamadı. Bir zamanlar "sosyal demokrat" olan bu köklü partinin düştüğü trajik duruma bir çare bulamadı.

Biliyorsunuz, Sosyalist Enternasyonal CHP'yi ihraç etmek için seçimlerin bitmesini bekliyor. Şimdi böyle bir karar alırsa, bu dışardan bir gücün Türkiye'deki seçim sürecine müdahalesi gibi algılanacağından, ihraç kararını seçim sonuna ertelediler. Ama sonuçta anlaşıldı ki kararı alacaklar; CHP'yi Sosyalist Enternasyonal'den kovacaklar. Gerekçeleri de son derece ağır olacak: CHP'nin artık demokrasi, özgürlükçülük, çok kültürlülük, sivil siyaset gibi solun en temel değerlerine ters düşen bir parti haline gelmiş olması... Peki, kendilerini demokrasi cephesinde gören milyonlarca CHP'li nasıl içine sindirecek bu kararı?

Solda gördükleri için gönül verdikleri bu partinin şimdi MHP'yle ikiz kardeş kadar birbirine benzer hale gelmiş olmasını; bu yüzden de uluslararası sol hareket tarafından aforoz edilmesini nasıl kaldıracak? Şu anda CHP'nin geleneksel tabanı dediğimiz milyonlarca seçmen böyle büyük bir çaresizlik içinde seçime gidiyor. Allah'tan bazı dürüst, düzgün bağımsız sol adaylar çıktı da, bir kısmı bu çıkmazdan kurtuldu. Ama büyük çoğunluk hala hayatının açmazını yaşıyor: Kendisi demokrat ama demokrasi düşmanı bir partiye oy vermek zorunda. Kendisi askeri darbelere karşı ama bütün umudunu askeri bir müdahaleye bağlamış bir partiyi iktidara getirmek için sandığa gidecek. Kendisi milliyetçiliğe karşı ama en azılı milliyetçi söyleme sahip bir siyasetçi partisinin başında... Ama yine de "ulusal bir görev" olarak; "Türkiye'yi Ak Parti'den kurtarmak için" bu partiye oy vermek zorunda hissediyor. Ne büyük bir açmaz değil mi...

Ben burada, bu tabanın Ak Parti ile ilgili takıntıları üzerinde durmayacağım. Türkiye'yi Ak Parti tehlikesinden kurtarmayı bir vatanseverlik görevi olarak gören bu yanlış bilinç üzerinde, bu vahim analiz hatası üzerinde zaten yeterince yazdım. Ama şu soruyu soracağım: Tamam, anladık, Ak Parti'yi düşman bellediniz; peki nasıl oldu da kendi partinizin, son on yılda açık seçik bir şekilde darbeci, milliyetçi, tutucu, militer bir çizgiye doğru kaymasını eliniz kolunuz bağlı seyrettiniz? Neden bugün dışardan bakan herkesin, mesela Sosyalist Enternasyonal'in gördüklerini siz göremediniz ve bu gidişe dur diyemediniz? Biliyorum, geleneksel CHP'li bu soru karşısında topu daima Siyasi Partiler Kanunu'na atar; parti içi demokrasinin işlemeyişinden, siyaset kültürüne egemen olan liderler sultasından dem vurur. Baykal'ın hizipçiliğini, delege oyunlarındaki inanılmaz yeteneğini anlatır. Oysa bütün bu gerekçeler, koskoca bir partinin küçücük bir kliğin yönetiminde intihara doğru sürüklenişi karşısındaki bu çaresizliği açıklamaya yetmiyor.

Düşünün, CHP, değişmez bir yönetici kliğin elinde can çekişirken, ayni siyasi partiler yasasına tabi diğer partilerde neler neler oldu. Tansu Çiller gitti, Mesut Yılmaz gitti, 30 yıllık Milli Görüş hareketi parçalandı, değişime direnen Refah- Fazilet çizgisinin içinden Ak Parti çıktı. Sorarım size, Erbakan'ın kökleşmiş parti içi iktidarını yıkmak Baykal'ınkini yıkmaktan daha mı kolaydı? Sosyal demokrat hareketin liderini değiştirmek, itaat geleneğinin hüküm sürdüğü Milli Görüş Hareketi'nde lider değiştirmekten daha mı zordu?

Hayır, hiçbir partide, parti içi demokrasi için Siyasi Partiler Kanunu'na bel bağlanamaz. Demokrasiyi o partiyi var edenler, can verenler, yani o partinin "toplum"u kurar ya da kuramaz. Eğer kuramıyorsa, "yerim dar, yenim dar" diye söylenip durmak yerine dönüp şöyle bir kendine bakmalıdır.

Kaynak: Bugün