Başbakan Erdoğan'ın seçime üç gün kala çektiği "tek başıma iktidar kuramazsam siyasetten çekilirim" resti, daha çok, hala kararsız olanları şöyle bir silkelemek için başvurulmuş bir taktik gibi görünüyor.

Hani; hem koalisyonlardan korkan ve tek başına Ak Parti iktidarı isteyen, hem de Ak Parti'ye oy vermeyi kendisine bir türlü "yakıştıramadığı" için bu sonucun başkalarının oylarıyla gerçekleşmesini isteyen bir kesim var ya; işte o kesimin aklını başına getirmeye çalışıyor Recep Tayyip Erdoğan; "Bu benim riskim değil, asıl sizin riskinizdir. Ben siyaseti bırakmakla çok şey kaybetmem; ama siz seçim sonrası ortaya çıkacak istikrarsızlıktan çok şey kaybedersiniz" demek istiyor. Ayrıca böyle bir resti çekerken çok fazla risk aldığını da düşünmüyor açıkçası... Çünkü tek başına iktidara büyük ölçüde garanti gözüyle bakıyor. Özetle Başbakan'ın bu son dakika oyununu, hem kararsızlara yönelik son bir silkme taktiği, hem de sandıktan tek başına iktidar çıkacağına olan güveninin bir göstergesi olarak yorumlayabiliriz.

* * *

Erdoğan'ın seçime beş kala sarf ettiği bağlayıcı ifadelerden bir başkası da "Geçen seçimde aldığımız oyun altına düşersek bunu başarısızlık olarak değerlendiririm" sözleri oldu. Böyle bir deklarasyon pek olumlu karşılandı basında; hatta bunun üzerine "her parti kendi başarısızlık çıtasını çeksin, bu çıtanın altına düşerse de liderler ona göre davransın" kabilinden yorumlar yapıldı. Doğrusu ben seçim sonuçlarının, siyasi partilerin başarının tek ölçütü gibi değerlendirilmesini sakat görüyorum. Dolayısıyla, seçimden "başarısız" çıkan partilerin liderlerinin istifa etmelerinin etik bir ilke gibi dayatılmasını da doğru bulmuyorum. Elbette ki, bütün siyasi partiler iktidar olmak ve ülkeyi yönetmek hedefiyle siyaset yaparlar. Bu açıdan bakıldığında başarı somuttur: Oy oranını giderek arttırmak ve nihai olarak çoğunluk oyunu almak... Ama bunu gerçekleştirememek her zaman partilerin hatalarından kaynaklanmaz. Bazen ülke konjonktüründeki bir çalkantı, bazen dünya şartlarındaki bir ters rüzgar, bazen de temsil ettiği görüşlerin henüz geniş kitleler tarafından kavranmamış olması, siyasette "doğru çizgi'nin hak ettiği oyu alamamasına neden olabilir. "Kimin için doğru?" diyeceksiniz. Elbette ki, o siyasi partinin kurucuları, yöneticileri için doğru olan çizginin...

Sonuçta siyasi parti dediğimiz şey, kemiksiz, programsız, gözünü sadece seçmen çoğunluğuna dikmiş ve çoğunluk oyu uğruna her şekle girmeye hazır amorf bir organizasyon değildir. Bir iddiası olan, o ülke için neyin doğru olduğu konusunda sağlam ve bütünsel görüşleri olan, yani kendine özgü politik bir çizgisi olan bir grup insanın bir araya gelerek oluşturdukları çerçevesi belirgin bir yapıdır siyasi parti.

Bu siyasi çizginin belli bir tarihi dönemde halkın "teveccühüne mazhar" olamaması, ille de o çizginin hatalı olduğunu, ya da lider kadrosunun o çizgiyi iyi temsil edemediğini, ya da o fikir etrafında iyi bir örgütlenme yaratılamadığını göstermez. Bazen seçim yenilgisinin tek sebebi "henüz zamanı gelmemiş fikirlerin savunulması" olabilir pekala. Ama kitlelerin henüz o fikirleri kabule hazır olmaması o fikirlerin yanlış olduğunu da göstermez.

Böyle bir durumda, biz o parti liderliğinden hâlâ doğru olduğuna inandıkları çizgilerini değiştirmelerini ya da başaramadık diye istifa etmelerini bekleyebilir miyiz?

Evet, her seçim sonrası, partiler için bilanço zamanıdır. Her parti her seçimden sonra takkesini önüne koyup kendi bilançosunu çıkarmalıdır. Ama başarıyı ölçecek tek tip bir bilanço yoktur ortada. Ne, bir önceki seçime oranla oyları arttırmak, ne de şu kadar milletvekili çıkarmak, genel bir başarı ölçüsü olarak konulamaz. Her parti kendi somut durumunu değerlendirip başarı ve başarısızlık değerlendirmesini kendisi yapar. Ya aynı liderle devam, ya da tamam der. Kamuoyuna da bu karara saygı göstermek düşer.

Nasıl, oy verip vermemek seçmenin bileceği işse, liderini belirlemek de genel kamuoyunun değil, o parti tabanının bileceği iştir.
 
Kaynak: Bugün