Yüce Allah’ın adıyla

Sayın İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif (Allah ömrünü uzun etsin),
Viyana’da sonuçlanan tarihi nükleer anlaşma hiç kuşkusuz milli menfaatlerimiz açısından oldukça önemli bir kazanımdır.Son 12 yıldır nükleer sorununun milli menfaatlerimiz üzerinde açtığı yaranın daha fazla kanamasının önüne geçmesi bu anlaşmanın asgari kazanımıdır. Sayın Abbas Erakçi ve Mecid Taht Revançi ile birlikte milli menfaatlerimizi gözeterek disiplinle ve sabırla gösterdiğiniz gayretler sayesinde şimdiye kadar kanayan bu yarayı sarmış ve Viyana Anlaşması ile de daha fazla kan kaybının önüne geçmiş oldunuz. Sizin başarınız sadece kan kaybını durdurmakla kalmayıp aynı zamanda uluslararası arenada İran’a yeni bir alan açmıştır. Nükleer anlaşmanın İran’a kazandırdığı imaj 1997 yılında Sayın Cumhurbaşkanı Hatemi’nin oluşturmaya çalıştığı imajdan pek de farklı değildir. Bu imaj, başka ülkelerin yok olmasını isteyen ve bu yönde çaba sarfeden bir politikadan ziyade bir elinde zeytin dalı tutarken diğer elini de dostluk ve barış için uzatan bir ülke imajıdır. Dünya yeniden, başka ülkelerin yok olmasını isteyen selefinizin aksine, işbirliği ve anlaşmayı önceleyen Muhammed Cevad Zarif isimli yeni bir Seyyid Muhammed Hatemi ile karşı karşıyadır.

Sayın Zarif, elde edilen bu fırsat, reform dönemleri gibi elimizden kaçar ve İran başkalarının yok olması için yeminler eden, ‘dünyayı yönetme iddiasında bulunan, Holokost inkârı üzerine uluslararası konferanslar düzenleyen, dünyanın diğer ucuna gidip Venezuela, El Salvador, Bolivya, Devrimci Küba gibi ülkelerle ‘’Amerika’nın arka bahçesinde var olmak’’ için işbirliğine giren bir ülke görüntüsüne tekrar döner ve 36 yıl sonra elde edilen bu tarihi fırsat heder olursa gerçekten çok yazık olur.

Nükleer anlaşmaya varılması yönünde sergilediğiniz kararlı çabalar takdire şayandır. Elinizde tuttuğunuz zeytin dalıyla özellikle bölgede oluşan olumsuz İran algısını değiştirmek için bir Arap başkentinden başka bir Arap başkentine gitmeniz gerçekten takdire şayandır. Büyük bir bölümünün aleyhimize cephe oluşturduğu Araplara, bizden korkmalarına ve bize karşı cephe almalarına gerek olmadığını anlamaları için çabalamanız hiç kuşkusuz İran’ın mevcut şartlarında en doğru dış siyaset yaklaşımıdır. Bize bir düşman bile fazla iken neredeyse bölgedeki bütün ülkelere yayılan geniş bir cephe var karşımızda. Fakat Saygıdeğer Zarif, siz her ne kadar diplomasinin başlıca gerekliliklerinde başarı sağlamış olsanız da Arap âlemiyle diplomatik ilişkilerimizde ciddi bir silkinme olmaksızın ‘’ bizden korkmayın, size dostluk eli uzatıyoruz’’ cümlesinin tek başına sorunu çözmeye yeterli olduğu görülmüş değildir.

Bölgedeki dış siyasetimizin temellendiği üç eksen özetle şunlardır: Amerika’ya düşmanlık, İsrail’in yok olması ve Şiilerin hamiliğini üstlenmek. Amerika ile düşmanlık hususunda her zaman tekrarlayıp durduğum nakarattan başka söyleyecek bir sözüm yok: Eğer ‘’Anti-Amerikancılar’’ Amerikan düşmanlığının milli menfaatlerimiz için faydalı olduğunu gösteren çok değil sadece bir madde ortaya koyabilirlerse, onlara karşı, Amerikan düşmanlığının milli menfaatlerimize nasıl zarar verdiğini gösteren düzinelerce madde sayabilirim. İsrail’in yok olması hususunda da yine aynı hususu zikredeceğim: ‘İsrail’in yok olması görevini bize hangi makamlar tevdi etti?’’ Elbette hem ‘’Anti-Amerikancılık’’ hem de İsrail’in yok olması artık kimliğimiz haline geldiği için bunların ortadan kalkması ‘’ kimlik krizi’’ ile karşı karşıya kalmamıza neden olacaktır. Dolayısıyla bu iki konuda söylenebilecek söz bu iki eksenin milli menfaatlerimiz üzerindeki zararlarının azalması için çabalamamızdır.

Bendenizin asıl söyleyecekleri, İran ve Arap dünyası arasında büyük anlaşmazlıklara neden olan diğer ülkelerdeki Şiilerin hamiliğini üstlenmemiz konusundadır. Kesinlikle bizim Sünnilere karşı bir düşmanlığımız yoktur. Fakat Şiilere hamilik yapma yöntemimiz Sünnilerle aramızda düşmanlıklara yol açmış ve Araplarla karşı saflarda cephe almamız sonucunu doğurmuştur. Bendeniz İran’ın Şiilere hâmîlik yapması gerektiğine inanıyorum elbette. Fakat kaçırmamamız gereken asıl nokta bu hâmîlik şeklinin İslam dünyasının bütünlüğü bozup bizi Sünnilerle karşı karşıya getirecek bir şekilde olmamasına dikkat etmemiz gerektiğidir.

‘’Arap Baharı’’ ilk ortaya çıktığında biz ona İslam devriminden ve İran’ın Batı, Amerika ve İsrail karşıtı siyasetinden mülhem‘’İslami Uyanış’’ adını verdik. Oysa bu isimlendirme gerçek manada henüz ele almadığımız Arap dünyası gerçeklerinden ne kadar da uzaktı. Biz ‘’ İslami Uyanış’’ı coşku ve heyecanla karşıladık. Fakat ‘’İslami Uyanış’’ Suriye’ye sıçradığında mahiyeti sanki bir anda ters yüz oldu. Oysa diğer bütün Arap ülkelerinde bunu bir halk hareketi olarak tanımlarken iş Suriye’ye geldiğinde ‘’ Direniş cephesinin merkezinde onurluca duran kahraman devrimci Suriye rejimi aleyhine Siyonistlerin ve büyük güçlerin bir komplosu’’ söylemine dönüştürdük.

Biz, İsrail’e karşı ilan edilmemiş bir savaş başlatmıştık. Suriyeliler de Şam üzerinden savaşta bulunan Hizbullah’a yardım etmemize izin verdikleri için Suriye bizim için stratejik öneme sahip bir konuma gelmiş ve ‘’ direniş cephesi’’ olmuştu. Fakat devrimci direniş cephesi madalyonunu Beşşar Esed’in göğsüne takmak ne onun mahiyetini değiştirir ne de Suriye halkının büyük çoğunluğunun ona teveccüh göstermesine neden olur. Suriye, yüzde 12’si Alevilerden ve yüzde 88’i ise sürekli baskı ve zulümle yönetilen Sünnilerden oluşan bir yapıya sahiptir. İsrail ile mücadele etmek için Suriye ile kurduğumuz stratejik ortaklık Suriye rejiminin birçok gerçeğine gözlerimizi kapatmamıza neden olmuştur. Kendisini eleştirenleri ve muhalifleri acımasızca bastırma tarzı ve sivil haklardan yoksun bırakma, özgür seçimlerin olmaması gibi durumlar yönünden Muammer Kaddafi, Hüsnü Mübarek, Saddam Hüseyin, Ali Abdullah Salih, Suud ve Bahreyn emirleri ile Suriye Baas liderleri arasında elle tutulur bir fark gösterilebilir mi? Filistinliler, İhvancılar, ılımlı Müslümanlar, liberaller, sekülerler, solcular, feministler, aydınlar ya da başka herhangi bir akım; Suriye’nin kendisi ve Arap dünyası; bunlardan hangisi Beşşar Esed rejiminden bir hayır görmüştür?

Başlangıçta Suriye halkı Beşşar Esed’e karşı ayaklandığında Filistinliler de Suriye halkına destek verdi. Acaba Suriye rejiminin Filistinlilere karşı uyguladığı büyük baskıyı inkar edebilir misiniz? Sayın Zarif, Suriye’de bulunan Filistin Yermük mülteci kamplarına ve diğer kamplara baktıktan sonra tekrar‘’ Suriye direniş cephesidir’’ deyin. Eğer Beşşar Esed 5 sene önce Arap Baharı başladığında gerçek siyasi reformlara hazır olsaydı ve otoritesinden vazgeçseydi Suriye, bugün viran olmuş ve 6 milyon vatandaşının mülteci olduğu, 200 binden fazla insanının da iç savaşta öldüğü bir ülkeye dönüşür müydü? Eğer Beşşar Esed sert bir dille halkına karşılık vermeseydi acaba ülkesi bugün IŞİD ve diğer aşırı grupların at koşturduğu bir yer olur muydu? Sayın Zarif, biz yüzde 12’lik Alevi nüfusa sahip Beşşar Esad gibi bir rejimi desteklerken Arap dünyasında bulunan aydınlardan, siyasi aktivistlerden, düşünürlerden, yazarlardan, İslamcılardan, öğrencilerden, sivil toplum aktivistlerinden nasıl saygı, itibar görmeyi ve bize muhabbet beslemelerini ve bize Müslüman kardeşleri olarak bakmalarını bekleyebiliriz?

Yemen konusunda da söylenecek çok şey var. Yemen’in üçte birini oluşturan Husîler’e yardım edip kolladığımızda mezhepçilik olmuyor. Fakat diğer ülkeler Sünnilerden yana taraf olduğunda “düşmanın değirmenine su taşıyorlar, Müslümanların birliğini bozuyorlar, vekâlet savaşını başlatıyorlar” gibi cümleler sarf ediyoruz.

Sayın Zarif, ben sadakat ve yurtseverlikle diplomatik becerilerinize inanıyor ve bütün çabalarınızın milli menfaatlerimiz doğrultusunda olduğundan zerrece kuşku duymuyorum. Fakat ciddiyetle ve realist bir tavırla performans ve pozisyonlarımızı gözden geçirmedikçe ve sürekli başkalarını suçlayarak bir yere varamayız, her ne kadar niyetimiz doğru olsa da.

Selam ve dua ile
Sadık Zibakelam

Dünya Bülteni için çeviren Zeynep Karabulut