Ölüm, son sözdür...
Ve kimin başına nasıl gelirse gelsin, nihayetinde derin acıdır.

Bu ülkenin bitmeyen kan ve nefret, terör ve cinayet, kuşku ve şiddet hali müthiş trajedileri taşıyor.
Burada da yazmıştım.
Yolları ve ömürleri bir tarihte Silopi Jandarma Karakolu'nda kesişmiş dört insan mesela.
Oraya geldikten sonra kayıplara karıştırılan iki HADEP'li.
Orada o sırada görev yaptıktan yıllar sonra bir başka kentte öldürülen subay.
Oralardaki üst askeri amir, darbe tasarımcılığı yaparken zanlı olan, kayıplara karışan, Ankara'da yakalanan, muhtemelen çok yorulmuş kalbiyle içeride yoğun bakımlık olan emekli general.
Bir taraflarına "vatanı sevmek, vatanı savunmak, ölümü göze almak" gibi nitelikler yazılmış, bir taraflarına kayıplar, cinayetler, suikastlar, faili meçhuller, ölüler kazınmış askerler.

"Bir, iki, üç... Daha fazla Vietnam" diye bir slogan vardı.
"ABD emperyalizmi"ni protesto ve "Vietnam'daki yenilgisi"ni kutsama.
Bir başka biçimde, "bir, iki, üç... on üç, yirmi üç" yıl hepimiz bir Vietnam'a gömüldük.
Birebir benzetme yapmıyorum; sadece onca kan, şiddet, trajedi, kayıpla, cansız on binlerce bedenle, bedensiz binlerce kayıpla, on binlerce sakatla, milyonlarca yaralı ruhla bir Vietnam!
Oysa hiçbir Vietnam da, hiçbir Amerika da, hiçbir Türkiye de bu kadar uzun, derin ve neredeyse sonsuz acıyı kaldıramazdı.
Yüklendiğimiz yetmedi; kaç kuşağın içine, geleceğine, aklına, enerjisine, duygusuna, korkusuna, öfkesine de yükledik.

Şakağında mermiyle tekerlekli sandalyesinden cansız devrilen bir tek Emekli Albay bile, bir kalemde bu kadar çok şey anlatır mı?
Anlatıyor işte.
"Kahramanlık, faili meçhul, terörle mücadele, infaz, korku, nefret, devlet, insan, madalya, gazilik, derinlikler, derin mezarlar, medya şiddeti, devlet şiddeti, terör şiddeti, insanlıktan çıkış ve insanlıktan çıkarış, kurbanın cellat hali, celladın kurban hali, kitle, emir, yalnızlık, tüketmişlik, tükenmişlik, ihanetlere karşı ihanetler..."
Bir insanın tüm ömrüne yapışmış bitmek ve gitmek bilmez "ölüm" kokusu.
Ölüm kovalayan ve ölümle kovalanan, hep ölüme yuvarlayan ve yuvarlanan insanlar.
Her acılı ailenin öte yanında acı verilmiş başka aileler.
Müthiş sürükleniş.
Müthiş trajedi.
Bir ülkenin bin bir türlü evladını büyük trajedinin tüm yükleriyle ezip boğuşu.
Başka türlü bir hikâye yazabilmek konusunda böyle kesif bir acizlik!

Sancı'daki Albay
Şöyle bir formül yok:
Haftanın üç günü geçmişinle, milliyetinle, kimliğinle gururlan.
İki gün, geçmişinde (ve bugün) maruz kaldığını düşündüğün toplu haksızlıklara tepki duy, diliyorsan öfkelen.
Bir gün, hiçbir şey düşünme bile.
Bir gün de, utanılacak olanları da hatırlayıp utan.

Bu formül yok, çünkü sonuncu tek gün, insanların, devletlerin en zor yanaştığı liman.
Üstelik, bireyler, kendi topluluklarından birilerinin başkalarına insanlık ayıpları ve suçları karşısında da hattı müdafaaya geçiyor.
Devletler zaten üstüne yatma, gizleme, saptırmada daha dirençli. Bizimki de hep öyleydi.
Bunu, birey de devlet de, toplumun, milletin "birlik, bütünlük çimentosu" sanıyor.
Oysa, "dirlik içinde birlik", gurura ihtiyaç duyduğu kadar, ayıbın ve suçun farkındalığına, özeleştirisine de ihtiyaç duyar. Bununla da gurur duyar hem.
İnkâr ederek, tüm kişisel masumiyetimizle dahi, geçmişimizdeki birilerinin tüm suçlarını yok sayıp sahiplenerek daha iyi, daha huzurlu, daha barışçı, daha olgun, daha müreffeh bir yere mi ulaştık?

Şundan eminim:
Maruz kaldığı haksızlıklar önemsenmeyen, önemsenmediğini düşünen hiçbir birey veya toplum, başkasını maruz bıraktığı haksızlıklarla kolay yüzleşmiyor.
Acısına kulağı ve kalbi sağır bir dünyada, kendi verdiği acıların yankılanmasından nefret ediyor.
Tamam. Ama "verilmiş acılar" da var işte.

Yönetmen Tomris Giritlioğlu, Yılmaz Karakoyunlu'nun 17 yıl önceki kitabı "Güz Sancısı"ndan, senaryosu, sanat yönetmenliği, müziği, oyunculuğu da (cidden) iyi bir film çıkarmış.
"Bir aşk hikâyesinin fonunda" denen "6, 7 Eylül dönemi" bana göre başrolde.
Hem de, aşk hikâyeleri biterken, aktörleri ve mağdurları değişmiş, özü ve acıları değişmemiş, elden ele, dilden dile dolaşmış, cellatları kurbanları karışmış nice eylülün bitmek bilmez hikâyesi.
Filmi izlerseniz; çok sayıda iyi oynanmış karakterin ötesinde, kısacık anda, "vatanı korumuş" üniformasını giyerek, tahrip ve yağmaya işaretli bir kapıda şiddet dolu kalabalığa direnen, tehlike pahasına Rum komşularını koruyan Emekli Albay' a iyi bakın.
"İçimizdeki esas insan" belki de odur.
Ve yedi günde o tek gün utanabilirsek eğer, hemen ertesi gün gurur duyacağımız bir kahramandır!

Sabah