İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 60. yıldönümünde özel bir gün düzenleyen Britanya Dışişleri bizimle kafa buluyor. Londra'nın Afrika'ya silah ihracatı yönünde bir politikası olduğu, Gazze ablukasını, Irak işgalini veya Kolombiya hükümetini desteklediği göz ardı edilebilir mi?
Bugün Londra'da gerçeküstü bir olay meydana geliyor. Britanya Dışişleri Bakanlığı 'İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 60. yıldönümünün bir parçası olarak işimizde insan haklarının önemini vurgulamak' üzere özel bir gün düzenliyor. Orada çeşitli 'standlar' ve paneller olacak ve Dışişleri Bakanı David Miliband bir insan hakları ödülü verecek. Kafa mı buluyorlar? Dışişleri 'insan hakları bilinçliliğimizi' artırmak istiyor. Franz Kafka ve Agnes Heller'in sahtesi çok.
Orada, halihazırda ABD askeri üssü olan ve CIA'in işkence merkezi olduğundan şüphelenilen Hint Okyanusu'ndaki yurtları Chagos Adaları'ndan sürülen (Miliband hükümeti dönmelerini engellemek için elinden geleni ardına koymadı) 2 bin Britanya vatandaşı için bir stand bulunmayacak. Yüksek mahkeme Dışişleri'nin eylemlerini 'zalim' ve 'yasadışı' diye niteleyerek defaaten adalılara Magna Carta'nın özü olan bu temel insan hakkını iade eden kararlar aldı. Ancak Miliband'ın avukatları vazgeçmedi ve Lordlar Kamarası'nın üç üyesinin aldığı siyasi kararlar sayesinde kurtarıldılar.
Irak'ta kanser vakaları arttı
Orada, Afrika'nın savaş nedeniyle en fazla kana bulanmış ve en yoksul 10 ülkesine silah ve askeri teçhizat ihraç edilmesi yönündeki sistemik Britanya politikasının kurbanları için stand olmayacak.
Miliband utanmadan yapacağı konuşmada, Britanya sponsorluğundaki şiddetin acısını çekenlere ne söyleyecek? Belki de rejiminin Birleşik Arap Emirlikleri'nin Riyad'daki yolsuz tiranlıkla (2007'de Dışişleri Bakanı Kim Howells'ın ifadesiyle Britanya'nın 'ortak çıkarlar' paylaştığı bir rejim) yaptığı 43 milyon poundluk silah anlaşmasıyla ilgili soruşturmayı durdurduğunu unutup uzak yerlerdeki 'iyi yönetim' ihtiyacından dem vurur.
Orada, ispatlanmış yalanlara dayalı bir işgalle sosyal, kültürel ve reel yaşamları mahvolan Iraklılar için stand olmayacak. Miliband, Britanya'nın saçtığı ve hâlâ çocukların bacaklarını paramparça eden misket bombalarıyla, Britanya'nın boşalttığı ve Güney Irak'ta kanser vakalarının artmasına yol açan uranyum ve diğer zehirli maddeler için özür mü dileyecek? Ortadoğu'daki en iyi eğitim sistemlerinden birininin yeniden yapılandırılması için Londra'ya akıtılan milyarların müzeler, yayınevleri, öğretmenler, tarihçiler, antropologlar ve cerrahlarla birlikte Anglo-Amerikan işgalinin sonucu olarak yok edilmesi aldatmacasını açıklayacak mı? Britanya hükümetlerinin bilhassa çocukları önlenebilir hastalıklardan koruma amaçlı aşılar üzerindeki yasak dahil insani yardımı engellemede başı çektiği bir ülkede vaktiyle neredeyse her şeye sahip olan, şimdi hiçbir şeyi olmayan hastanelere basit ağrı kesicilerin ve enjektörlerin yollanacağını duyuracak mı?
Orada, Gazze halkı için de hiçbir stand olmayacak; Uluslararası Kızılhaç'a göre, büyük çoğunluğu çocuk olmak üzere, Gazze halkı açlık tehdidi altında. İsrail, bir buçuk milyon insanı Hobbesçu bir varoluşa indirgeyen bir politikayla hayat bağlarının çoğunu kesti. Miliband geçenlerde Kudüs'teydi, tutsak Gazze halkının üzerinde kısa bir helikopter uçuşu yaptı. Ne oraya gitti, ne de onların insan haklarına dair tek bir kelime etti. Bunun yerine işkenceciyle kurbanları arasında bir 'ateşkese' dair sinsi sözler sarfetmeyi yeğledi.
Orada, hükümetin 'güvenlik güçleri'nin Britanyalılar ve Amerikalılar tarafından eğitildiği ve 'Kolombiya için Adalet' adlı Britanyalı insan hakları grubunun yeni araştırmasında ortaya koyduğu üzere işkencenin yüzde 90'ından sorumlu olduğu Kolombiya'daki sendikacılar, öğrenciler, gazeteciler ve suikasta kurban giden insan hakları savunucuları için hiçbir stand olmayacak. Dışişleri bu ülkede 'ordunun insan hakları sicilini ve uyuşturucuyla mücadelesini iyileştirdiğini' söylüyor. Araştırmada bunu destekleyen bir kanıt bile yok.
Cinayete karışmış Kolombiyalı polisler 'seminerler' için geldikleri Britanya'da memnuniyetle ağırlanıyor.
Orada, tarih için, hafızamız için hiçbir stand olmayacak. Büyük Britanya kütüphaneleri ve kayıt ofisleri, sömürge döneminde Kenya'daki toplama kamplarındaki vahşete resmen göz yumulmasından, Endonezya'daki soykırımcı Suharto'nun silahlandırılmasına ve 1980'lerde Saddam Hüseyin'e biyolojik silahlar tedarik edilmesine kadar uzanan ve Britanya politikası ve insan hakları hakkında gerçekleri söyleyen gizli resmi dosyalarla dolu.
Mumbai'daki olaylara dair ne düşünmemiz gerektiğini anlatan eski Britanya ordusu mensubu 'güvenlik uzmanları'nın moral verici sesini duyduğumuzda, Britanya'nın 1950'lerde Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in yükselişinden, İran'ın liberal demokratik hükümetinin devrilmesine ve MI6'nın Afgan mücahitleri, yani müstakbel Taliban'ı silahlandırmasına uzanan modern İslam'da köktenciliğin şiddetlenmesindeki ebelik rolünü anımsayabiliriz. Amaç şuydu ve hâlâ da öyle: 1947 tarihli bir Dışişleri belgesinde de ifade edildiği üzere, bilhassa petrolün 'dünyada hâkimiyet kurmakla ilgili her gücün ilgileneceği yaşamsal bir ödül' olduğu Ortadoğu'da, özgürlük mücadelesi veren halkların milliyetçiliğinin reddi.
İnsan hakları bu resmi hafızada neredeyse hiç yer almıyor. 1964'e ait bir Dışişleri bildirisi Chagos Adası sakinlerinin gizli tehcirlerinin 'en az dikkat çekici olacak biçimde zamanlanması gerektiğini ve şüphe uyandırmaması için mantık kılıfına uydurulması gerektiğini' söylüyor.
Londra Suharto'ya bile yardım etti
Bu harikalar diyarı nasıl ebedileştiriliyor? Medya sansürlenerek tarihi rolünü oynuyor. Suharto 1960'larda komünist oldukları iddiasıyla yüzbinlerce insanı katlederken BBC'nin Güneydoğu Asya muhabirliğini yapan Roland Challis şunları anlatmıştı: "Hepsi Batı propagandasının zaferiydi. Britanyalı kaynaklarım ne olup bittiğini bilmezden geldiler, ama biliyorlardı... Britanya savaş gemileri bir gemi dolusu Endonezyalı askere Malacca Geçitleri'ne kadar eşlik etti, böylece onlar da korkunç soykırıma katılabildiler."
Bugün bilginliğe büründürülmüş halkla ilişkiler propagandası, kamusal tartışmanın hudutlarını belirleme peşindeki aynı hasis Britanya gücünün uzantısı. Kendisini 'Britanya'nın önde gelen ilerici düşünce kuruluşu' diye tanımlayan Kamu Politikası Araştırması Enstitüsü geçen hafta bir rapor yayımladı. Eskinin soylu kavramı olan 'ilerici', hileyle 'demokrasi' ve 'merkez sol'a katılıyor. Kriz yönetimi klişelerine boğulmuş olan rapor bir 'eylem çağrısı' niteliğinde; zira, "Zayıf, yolsuz ve çuvallamış hükümetler güçlü, rekabetçi olanlardan daha büyük güvenlik riski haline geldi." Batılı devlet terörü ağza alınmamakla birlikte 'çağrı', Afrika'daki NATO müdahalesi ve 'gerektiğine inanılırsa' askeri müdahale adına yapılıyor.
'Britanya'daki terörist komplolar'a dair kanıtlanmamış referanslar, Ortadoğu ve Kuzey Asya'daki Anglo-Amerikan 'müdahalesine' dair 'Müslümanlar arasında var olan algıya' hiç değinmiyor. Şubat 2003'te Londralıların yüzde 80'i Irak'a yapılacak bir Britanya saldırısının 'Londra'ya yönelik bir terörist saldırıyı daha muhtemel kılacağına' inanıyordu. 'Biz' diğer halkların ülkelerine saldırmaya ve yanlış 'savunucuların' insan haklarımızın üstüne oturmasına izin vermeye devam ederken uyarıyı kim takar.
(1 Aralık 2008)
Kaynak: Radikal