Türkiye, AB üyeliği yolunda bugüne kadar gerçekleştirdiği nicelik ve nitelik bakımından gerçekten kayda değer reformlara rağmen dünyanın demokratik ülkeleri arasında tam olarak yerini alabilmiş değil. Amerika merkezli bir bağımsız kuruluş olan Freedom House tarafından geçtiğimiz günlerde açıklanan 2009 yılı Basın Özgürlüğü Araştırması'na göre Türkiye, 195 ülke içinde 101. sırada yer alıyor.

Ülkeleri "özgür-kısmen özgür-özgür değil" diye üç kategoride toplayan bu araştırmanın çarpıcı sonuçlarından biri, geçtiğimiz yıllarda özgür ülkeler grubunda yer alan iki AB üyesinin, İtalya ile Yunanistan'ın ve ayrıca İsrail ile Hong Kong'un bu konumlarını yitirerek, "yarı özgür ülke" durumuna düşmeleri. Araştırmanın bulgularının yer aldığı web sayfasında bu durum önemli, çok dikkat çekici bir sonuç olarak öne çıkarılıyor ve buradan hareketle dünyada basın özgürlüğüne karşı büyüyen bir tehdidin mevcudiyetinin sorgulanması yapılıyor. Türkiye'nin ise her zamanki istikrarlı "yarı özgür ülke" konumunu sürdürdüğü için, bu bakımdan hiçbir dikkât çekici, öne çıkarılabilir bir yanı yok. Tıpkı, aynı kuruluşun 1970'lerin başından beri yayınlayageldiği Dünya Özgürlük Raporu'nda da "yarı-özgür ülke" konumunu, askerî darbe dönemlerinde düştüğü "özgür değil" durumu dışında, istikrarlı bir biçimde muhafaza etmesinde olduğu gibi.Gerçekten de Türkiye, sadece basın özgürlüğü alanında değil, tüm özgürlükler bakımından yapılan bütüncül bir değerlendirme temelinde de, bir türlü "özgür ülke" statüsünü elde edemiyor. Akla gelmiyor değil hani: "Acaba bu statünün elde edilebilmesi için daha nelerin yapılması gerekir?" Soruya, Freedom House'un 2006 yılına ait dünya özgürlük raporundan yola çıkarak cevap verebiliriz. Buna göre Türkiye,

"(1) Temsilde adâletsizliği gidermek ve daha yüksek bir siyâsî çoğulculuk düzeyini yakalayabilmek için seçim sistemindeki % 10 ülke barajını hiç değilse % 5'e düşürmeli, hattâ kaldırmalıdır.

(2) Siyâsî partilere karşı uygulanacak kapatma dâhil bütün müeyyideler, sâdece şiddete yönelme ölçütüne bağlı hâle getirilmeli ve kapatma en son ve en istisnâî yol olmalıdır.

(3) Basın suçlarında hapis cezası uygulamasına son verilmeli ve bu suçlar mahkemeler tarafından farklı yorumlara konu edilemeyecek açıklıkta tanımlanmalı, 301. madde kaldırılmalıdır.

(4) RTÜK, hükûmet dışı örgütlerin mensuplarına açık kılınmalı, yayın ilkeleri RTÜK'ün yetkilerini kısıtlayacak biçimde değiştirilmelidir.

(5) İnsan haklarına gereken saygının gösterilmesini garanti altına almak için, polis ve jandarma karakollarının içlerinde itibarlı insan hakları örgütlerine mensup olan kişilerin bulunduğu bağımsız kurullar tarafından sık sık denetlenmesi ülke çapında yaygın olarak uygulanmalı ve bu denetimlerin neticeleri hükûmete ve kamuoyuna açıklanmalıdır.

(6) İnsan hakları ihlâlleri derhâl ve derinlikli bir biçimde sivil otoritelerce soruşturma konusu yapılmalı, şüpheli durumdaki kamu görevlileri işten el çektirilmelidir.

(7) Bütün dinî, etnik ve diğer kültürel grupların eşit muamele görmelerini sağlamak amacıyla çokkültürlülüğün bütün ilkeleri benimsenmeli, gerekiyorsa bununla ilgili anayasa değişiklikleri de yapılmalıdır.

(8) Kadın eğitimi, kadın istihdamının ve kadınların siyâsî katılım imkânlarının artırılmasını sağlayacak biçimde geliştirilmelidir.

(9) Hukuk devleti bağlamında, devlete tanınan istisnâlar kaldırılmalı, devletin yanlış davranışları hak ettiği gibi koğuşturulabilmelidir.

(10) Hâkimler ve savcılar üzerinde yürütme organının sâhip olduğu etkileme gücüne son verilmelidir.

(11) Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.

(12) Asker, açıkça sivil nitelikteki mes'elelerden uzak tutulmalı, askerî, savunma ve güvenlikle ilgili konular dışında siyâsî konularda kamuoyuna yönelik açıklamalar yapmamalı, bu gibi hâllerin ortaya çıkması hâlinde hükûmet buna karşı durmalıdır.

(13) Yolsuzluğu önleyici cezâî ve diğer düzenlemeler yapılmalı, mekanizmalar kurulup işletilmeli, bu konu ile ilgili yurttaş bilincini harekete geçirmek üzere eğitim programları yapılmalıdır.

(14) Bilgi edinme hakkının etkili bir biçimde kullanılması sağlanmalı ve bu konuda idârî makamların verdiği kararların hukuka uygunluğunun denetlenmesi gerçekleştirilmelidir."

Freedom House'un 2006 yılındaki tespitlerinden türeyen bu önerileri, Türkiye'de târihi epeyce eski olan demokratikleşme taleplerinin çekirdeğini hemen tümüyle yansıtmaktadır. Bunlara, belki kamu yönetimindeki aşırı merkeziyetçiliğin giderilmesine yönelik öneriler de eklenebilir. Burada dikkât çekici olan husus, târihi epeyce eskiye uzanan bu önerilerin gereğinin hâlâ tam olarak yapılmamış olmasıdır. Dolayısıyla, ne zaman dünya çapında bir özgürlük-gelişmişlik konusu gündeme gelse Türkiye'nin hemen "kısmen özgür", "kısmen demokrat", "kısmen gelişmiş" gibi bir ara konumda belirmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Türkiye'nin bu ara konumdan çıkıp, özgür ülkeler grubuna dâhil olabilmesi için yapılması gerekenlerin önemli bir bölümü, örneğin milletvekili seçimlerindeki ülke barajının düşürülmesi, insan hakları ihlâllerinin soruşturulması, ordu mensuplarının siyâsî konularda kamuya açık beyanlarda bulunmalarının engellenmesi gibi, sıradan kanun ve sâir mevzuat değişiklikleriyle ve hattâ mevcut düzenlemeleri uygulamayla halledilebilecek hususlardır. Buna karşılık, yedinci sırada yer alan çokkültürlülüğün benimsenmesi, hâkimler ve savcılar üzerinde yürütme organının sâhip olduğu etki gücünün kaldırılması gibi önerilerin gerçekleştirilmesi için muhtelif anayasa değişiklikleri yapmak zorunludur. Türkiye siyâsetinin anayasa değişiklikleri ile ilgili gündemine hâkim olan önerilere bakıldığında ise şunlar göze çarpmaktadır: (1) Cumhurbaşkanı'nın 2012'de dolacak olan görev süresini uzatmak; (2) milletvekili genel seçimlerinin yeniden 5 yılda bir yapılmasını sağlamak; (3) Parti kapatmayı Venedik Kriterleri'ne bağlı kılarak zorlaştırmak; (4) Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru imkânını getirmek; (5) Ombudsmanlık; (6) Türkiye milletvekilliği; (7) Anayasa Mahkemesi'nin yeniden yapılandırılması. Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Muhalefet partilerinin de katılacağı geniş bir siyâsî mutabakat zemininin arayışı doğrultusunda kamuoyunun dikkatine getirilen bu değişiklik maddelerinden hangileri acaba Türkiye'yi, "kısmen özgür ülke" konumundan çıkartabilecektir? Galiba bir tek siyâsî partilerin kapatılmalarını zorlaştırmayı amaçlayan değişiklik için bunu söyleyebiliriz. 2007 Nisan'ında cumhurbaşkanı seçimini engellemeye yönelik siyâset dışı müdahaleler, özellikle de ünlü "367 kararı" bağlamında, (a) halkın demokrasiye sâhip çıkmasının bir ifâdesi olan 22 Temmuz seçimleri ve (b) TBMM'nin kendi anayasal demokratik konumuna sâhip çıkmasının bir göstergesi niteliğinde olan ve halkoyu ile kesinleşmiş bulunan Anayasa değişiklikleri, çok önemliydi. AB yetkililerinden bilim insanlarına ve farklı görüşlere mensup kamuoyu önderlerine kadar pek çok kimsenin Türkiye demokrasisini güçlendirdiğini düşündüğü bu Anayasa değişikliklerine yönelik olarak şimdi yeniden bir değişiklik düşünmek, hukuken mümkünse de, siyâsî bakımdan pek anlamlı görünmemektedir. Daha da önemlisi, çağrıştırabileceği dar siyâsî hesapçılık nedeniyle, demokratikleşme bakımından anlamlı olan diğer değişiklik taleplerini de engelleyebilecektir. Oysa aslolan, Türkiye'yi "kısmen" sıfatının belirlediği "ara konum"dan çıkarıp, "tam özgür ve demokratik ülke" hâline getirmek, siyâsî mutabakat zeminini bu doğrultuda tesis etmeye çalışmak değil midir?
 
Kaynak: Zaman