Türkiye-AB ilişkileri 1999 Helsinki Zirvesi'nden sonra gerçekten baş döndürücü bir hızla gelişti, 2002 sonrası, zaten başlamış ve olumlu bir raya oturmuş uyum süreci daha da hızlandı, 2004 Aralık ayında müzakerelerin başlaması kararı alındı vs., tüm bu süreci herkes adeta ezbere biliyor. Bu arada, Annan Planı'na hayır diyen Kıbrıslı Rumların AB'ye tam üyeliği ve arkasından izolasyonların kalkmasının gecikmesi, AİHM'de türban ile ilgili olarak çıkan kararın bizde, özellikle daha muhafazakar çevrelerde rahatsızlık yaratması, kimi AB yetkililerinin pek diplomatik gibi durmayan ifadeleri vs. Türkiye'de AB'ye olan geniş desteği biraz aşağılara çekti. Yaklaşan cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler düzleminde ülke içinde provokasyon amaçlı bir ortam ve bu ortamın körüklediği, körüklenen, körükletilen bir ulusalcı yükseliş iddiasına da tanık oluyoruz. Yükseldiği söylenen bu ulusalcı ya da milliyetçi dalganın temel sloganlarının başında da "Batı dayatmacılığı" geliyor. Batı dayatmacılığı meselesini daha bir ete kemiğe büründürdüğünüz zaman da karşınıza Batı'nın bizim için daha cismanileşmiş biçimi ile Avrupa Birliği ve doğal olarak da hemen arkasından ulusalcıların ya da milliyetçilerin çok sevdiği slogan "AB dayatmacılığı" geliyor. Bu yazıda kesinlikle "AB dayatmacılığı" ifadesinin ne kadar saçma sapan bir ifade olduğu konusuna girmeyeceğim, bu yazıyı yazmamın amacı bu değil; ama geçerken bir kez daha hatırlatmamız gereken konu AB sürecinde olan ve olacak dönüşümlerin adeta tümünün yurttaşın refahı ve özgürlüğü doğrultusunda olduğu. Ulusalcıların verdiği zarar Gelelim ulusalcılık/milliyetçilik adına Batı dayatmacılığı yani AB süreci karşıtlarının içinde bulunduğu kavram ve tarih fukaralığına. Avrupa ve daha genel olarak Batı medeniyeti sütten çıkmış ak kaşık değildir, zaten de olamaz, zira söz konusu olan koca bir tarih ve inanılmaz karmaşık bir ilişkiler bütünüdür. Batı dediğimiz kavram demokrasiyi, insan haklarını, teknolojiyi yaratmış ya da geliştirmiş, bugün dünya üzerinde üçüncü dünya insanlarının imrendiği kavram ve örgütlenmeleri ya yaşama geçirmiş ya da tekamül ettirmiş. Ama aynı zamanda aynı Batı, faşizmi de icat etmiş, kölelik ayıbını taşımış, atom bombası yapmış ve kullanmış, çevreyi çok tehlikelere yeni dengelere taşımış bir tarih ve toplumlar bütünü. Batı'nın dün işlediği ve bugün, yarın işlemeye aday olduğu tüm insanlık suç ve kabahatleri ile tüm dünya insanlarının mücadele etmesi de bir gereklilik. Ama, kanımca Batı'nın bugüne dek insanlığa yaptığı en büyük kötülük belirli bir tarihsel dönemeçte, kısıtlı ve korumacı bir iç pazar kaygısı ile yarattığı, ortaya çıkarıp beslediği ve en sonunda Maastricht süreci ile kendi elleriyle ölüme yollamaya hazırlandığı ulusalcılık/milliyetçilik kavramı. Bizim sözde ulusalcı/milliyetçi ve Batı dayatmacılığı, AB karşıtı lümpen çevrelerin çok iyi bilmesi gereken temel mesele Batı'nın en has kurumunun ulusalcılık/milliyetçilik olduğu gerçeği. Doğu'nun kadim yapılarını yıkan, tarumar eden temel kurum da Batı'nın öz evladı ulusalcılık/milliyetçilik düşüncesi ve uygulaması. Bizim coğrafyamızın tarihsel olarak en yabancı olduğu kurum ve düşüncelerin başında da yine ulusalcılık/milliyetçilik geliyor, bunu asla unutmayalım. Büyük çoğunluğumuzun ortak tarih ve kültürünü oluşturan Osmanlı'yı da yıkan çok çeşitli faktörlerin başında da yine genel olarak Batı, özel olarak da Fransız patentli milliyetçilik geliyor. Türkiye gibi Osmanlı sonrası toplum ve devletlerin ulusalcılık/milliyetçilik kavramı ile ilişkileri çok tuhaf ilişkilerdir; zira bu çok geç gelen, tanınan, benimsenen ya da benimsetilen sevgili ile yani ulusalcılık/milliyetçilik ile arada Amerikalıların "love and hate" diye adlandırdıkları aşk ve nefret ilişkisi mevcuttur. Bizim coğrafyaların insanları hem çok geç yaşta tanışılan bu ulusalcılık/milliyetçilik adlı sevgili ile aşk hatta genel olarak marazi bir aşk yaşarken, aynı insanlar, kimi bilinçlerinde kimi de bilinçaltlarında bu geç zuhur sevgilinin Osmanlı'nın bitiricisi olduğunu da unutmuyorlar yani potansiyel bir nefret orada duruyor. Geç zuhur bu marazi sevgili devrini, kendini yaratan, doğuran Avrupa coğrafyasında tamamlarken bizde de aslında inkıtaları oynuyor, bunun kendi de farkında ama farkında olmayan sadece bizim ulusalcı/milliyetçi taife. Ulusalcılık/milliyetçilik Batı'nın bugüne dek yarattığı en büyük canavar, en büyük terminatördür. Bugün ise bizim ulusalcı/milliyetçilerin Batı'nın en büyük terminatörünü yani ulus, millet kavramlarını kullanarak Batı'nın demokrasi "dayatmalarına" karşı çıkmaları gerçekten çok büyük bir komedi ya da trajedya. Ulus/millet, ulusalcılık/milliyetçilik gibi Batı'nın yetiştirdiği bu kavramlarla bugün ulus aşamasını geride bırakmak için önemli gayretler gösteren ve bu alanda büyük başarılar elde eden, mesela ulusal para birimlerinden vazgeçen, ulusal-üstü bir hukuk ve ekonomi yaratan AB'yi eleştirenler ne kadar tarih bilincinden yoksun olduklarını umarız bir gün anlayacaklardır. Batı'nın sözde dayatmalarını Batı'nın terk ettiği köhnemiş Batı icadı silahlar ile mesela ulusalcılık/milliyetçilik silahı ile vurmak istemenin ne kadar anlamlı olduğunu önce siz okurların sonra da bizim tarih ve ekonomi bilinci yoksunu ulusalcıların takdirlerine bırakıyorum.