Ben ortaokulu Afyon'un Sandıklı kazasında okudum. İlk defa Alevilik kelimesini o zaman duymuştum ve sınıfımızda Sandıklı'nın köylerinin birinden gelen bir Alevi arkadaşımız vardı. Üç yıl boyunca, başka hiçbir zaman gündeme Alevilik konusu gelmedi. O arkadaşımızla veya benim bilmediğim başka Alevi arkadaşlarla da hiçbir konuda anlaşmazlığa düşmedik. Aynı kelimeyi daha sonra liseye geldiğimde duydum. Çünkü o zaman da, yine sınıfımızda bir Alevi arkadaşımız vardı. Aynı zamanda okulda çalışanlardan birinin Alevi olduğu söylenmişti. Bunlar ne anlama geliyordu, niçin böyle deniliyordu, bu konular üzerinde de çok fazla konuşulmadığı için, bu konunun ne anlama geldiğini o zaman da öğrenememiştim. İzmir'deki tıp öğrenciliğim ve asistanlığım yıllarında bu konunun gündeme geldiğini hiç hatırlamıyorum. Daha sonra, yurtdışı, askerlik, tekrar üniversitede öğretim üyeliğinin ilk yıllarında da yine benim açımdan konu gündeme hiç gelmedi. 1990'lı yıllarda, hakkında çok farklı söylemler bulunan ve hemen her yerde her zaman farklı şekillerde dile getirilen bir Alevilikle karşılaştım. Bir taraftan sol düşünce ile aynı paralelde anılan, bir taraftan ayrı bir din gibi gösterilen, diğer taraftan İslam dininin içinde değişik anlayışa sahip bir yaklaşım gibi izah edilen ve daha buna benzer birbiriyle tamamen zıt düşüncelerin yer aldığı bir Alevilik tarifi vardı. Özellikle son yıllarda Türkiye'de Alevilerin nüfusunun yirmi milyonu bulduğu, dini ibadetleri ve ibadethaneleri yönü ile kendilerine devletin gereken önemi göstermediği, kendilerinin diğer insanlardan dışlandığı şeklindeki söylemler yanında bir yandan da kişilerin açık açık her yerde 'ben Alevi'yim' diyebildikleri bir durum meydana geldi. Abant Platformu tarihî bir görevi ifa etti Peki Alevilik neydi? Yukarıdaki söylemlerden hangisi doğruydu? Hepsi mi doğruydu, yoksa hepsi mi yanlıştı? Alevi vatandaşlarımızın gerçekten de hakları mı yenmişti ve halen hakları verilmiyor muydu? Acaba bunları nasıl öğrenebilecektik? Bu yazının amacı, ne Aleviliğin tarifi ne onların haklı veya haksız oldukları ne de diğerlerinin onlara karşı tutumlarının nasıl olacağı konusundadır. Hemen her konuda olduğu gibi, usul daima çok önemlidir. Nasıl ki, bir bina yapılırken önce onun planları yapılır, sonra inşaata başlanır ve iç dizaynının en sona bırakıldığı tabiî seyir devam ettirilir, aynen bunun gibi belli konular hele hele tartışmalı denilen konuların içine girilip o konuların doğruluk veya yanlışlığını tartışmadan önce, o meselenin arka planı, felsefesi ve genel değerlendirme içinde nereden başlanacağı çok büyük bir önem taşır. Eğer böyle yapılmazsa, bu tip problemlerin çözümünde asla neticeye gidilemez. Türkiye'de Alevilik var mıdır? Alevi olan insanlar var mıdır? Ve bunların Alevi olmayanlarla ve devletle çözülmesi gereken konuları var mıdır? Bu soruların hepsinin cevabı da 'evet'tir. O zaman esas sorun nedir? Neler, nasıl çözülmelidir? Neler, nasıl anlaşılmalıdır? İşe buradan başlamak gerekmektedir. Ve böyle bir konunun gündeme geldiği ortamın da ne sadece Alevilerin ne sadece devlet yetkililerin ne de sadece Alevi olmayanların bulunduğu ortamda değil; ama hepsinin, bu arada basının da bulunduğu açık bir ortamda, hür bir şekilde ve medeni bir çerçeve içinde ve her şeyi açık açık konuşarak, gizli bir nokta bırakmadan tartışmak ve daha sonra da gerekirse ilk toplantılarda bir karara veya sonuca varmadan, daha sonraki toplantılara sonuç ve karar almak kısımlarını bırakarak bu işi başlatmak gerekmektedir. 'En kötü karar, kararsızlıktan iyidir' kaidesi herkes tarafından bilinmektedir. Aynen bunun gibi, flu sahalarda kalan ve puslu ortamlarda cereyan eden hadiseler tarih boyunca daima kötü niyetli insanların ekmeğine yağ sürmüştür. Meselelerin netleşmesi, berraklaşması, açığa kavuşturulması ve bugünün moda tabiri ile kurumsallaştırılması, içinde bulunduğumuz dünyada gelinen en güzel medeni yaklaşımlardan birisidir. İşte bu düşüncelerle, 13. Abant Platformu'nun 17-18 Mart 2007 tarihlerinde İstanbul'da yapılan toplantısının adı 'Tarihî, kültürel, folklorik ve aktüel boyutlarıyla Alevilik' idi. Özellikle son zamanlarda, toplumun hemen her kesiminden çok samimi ve her şeyi açıklıkla konuşabildiğimiz Alevi arkadaşlarım ve tanıdıklarım oldu. Bunlar da Aleviliğin artık çerçevesinin çizilmesi ve içinin doldurulması, şifahi kültürden yazılı kültüre geçilmesi taraftarı idiler. Aleviliğin çok farklı yorumları vardı. Alevilerin bazılarının ısrar ettiği gibi bu konuda sadece aklar ve sadece karalar değil, büyük Alevi çoğunluğun üzerinde durduğu gri sahalar daha çoktu. Ve bunlar da herkes tarafından bilinmeliydi artık. Zira anlatılmadan bilinmeyecek, bilinmeden anlaşılmayacak, anlaşılmadan da çözümler üretilmeyecekti. Toplantı iki gün sürdü. Toplantıya bu konuda Türkiye'de söz sahibi olan akademisyen, tarihçi, gazeteci, yazar ve entelektüellerden Alevi olan ve olmayan insanlar katıldı. Değişik boyutları ile ve şimdiye kadar konuşulması bir tabu gibi görülen Alevilik ile ilgili söylenen veya söylenmiş, yanlış veya doğru her türlü konu gündeme getirildi. Her ne kadar bazen bazı katılımcıların aşırı heyecanlı olmaları dikkat çektiyse de genel anlamda konu ilk defa açıklıkla, samimi bir ortam içinde tartışıldı. Problem gibi görülen meselelere çözüm bulmak için nelerin yapılabileceği konuşuldu. Alevi olan ve olmayan vatandaşlardan Avrupa'dan gelenler de vardı. Basın mensupları da konuyu dikkatli bir şekilde takip ettiler. Hatta bir televizyon kanalı iki gün boyunca, konuşmaları ve tartışmaları canlı olarak yayınladı. Bu toplantı esnasında Alevilik ile ilgili çok zengin bilgiler edindim. Farklı yaklaşımlardaki güzellikleri gördüm. Bir konunun açığa çıkması, o konunun korkmadan tartışılabilmesi, perde arkasında sır gibi kalmaması, kaynaklara dayanarak bir noktaya gelinmesi, toplumun geniş kitlelerine bunların herhangi bir mülahaza düşüncesinden uzak bir ortamda tartışarak neticelerin bildirilmesinin önemine tekrar inandım. Şimdiye kadar konu ile ilgili derin bir şekilde bilgilenmediğime hayıflandım ve yine tekrar 'bu ülkede hatta yeryüzünde cereyan eden her konu beni de ilgilendirir' esasından hareket ederek, hiçbir konuya duyarsız kalmamam gerektiğini anladım. Toplantıya katılanlardan anlayabildiğim kadarıyla, onlar da benimle aynı düşüncede idiler. Çok güzel fikirler söylendi. Alevilik konusunun özeli yanında, demokrasi, hürriyet ve evrensel insan hakları bağlamında ve genel kabul görmüş belli ölçüler çerçevesinde herkes inancında ve ibadetini yerine getirmede hür olabilmeliydi ve başkaları da bunların haklarına saygı duymalıydı. Sanatçı Ali Rıza Binboğa'yı dinlerken de ülkemdeki sanatçıların farklı konulara çok güzel yaklaşımlarından dolayı gurur duydum. Çünkü o da yukarıda söylenen aynı şeyleri tekrar ediyordu. Bu güzel yaklaşımlardan bazılarını hatırlayabildiğim kadarıyla cümle cümle şu şekilde ifade edebilirim: 'Bir hak alınacaksa, onu ille de başkasının mevcut olduğu hakla mukayese etmeye gerek yoktur.' 'Bir hak varsa, ilgililer ve yetkililer ille de onun istenmesini beklememelidir.' 'Ötekini iyi anlama, ötekini ille de bize dönüştürmekten geçmez. O, öteki olarak kalmalıdır ve kalmaya hakkı vardır.' 'Herkes birbirinin hakkını savunmalıdır.' 'Her konuda olduğu gibi, Alevilikle ilgili konuda da bilgisizlik ve önyargı vardır.' 'Birbirimizi tanımamız gerekir.' 'Ötekini anlamak, onunla anlaşmak, onu benleştirmek değildir.' 'Afrika'daki birine haksız davranılıyorsa, buna tarafsız kalınmaması gerekir. Aynı şey, Türkiye için öncelikle geçerlidir.' 'Benim hakkımı istemem mi gerekir?' 'İnsanlar birbirlerine yardım etmek istiyorlarsa, açık olunmalıdır. O zaman bir yerlere varılabilir.' Türkiye'deki Alevilik konusunun da çok iyi bir şekilde anlatılması, anlaşılması ve herkes tarafından genel kabul görmesinin sağlanması, gizli kapaklı gibi görünen her şeyin açığa çıkarılması her şeyden önce, memleketimizin gelecekteki huzuru, güveni ve gelişmesi açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Aksi takdirde, saklanmış, gizlenmiş veya gizlenme zorunda bırakılmış veya sindirilmiş, her düşüncede olduğu gibi Alevilikte de reaksiyonel tavırlar meydana gelecektir, reaksiyonel tutumlar ortaya çıkacaktır. Son zamanlarda bazı konular tartışılırken, o konuların gündemsiz ve kararsız olarak tartışılması ve konuşulması, bazen gündemli ve ille de sonuç çıkarma düşüncesinde olunan toplantılardan daha büyük önem taşır. Ve bunlar, gelecekte büyük bir katılımla sonuçların alınacağı toplantılara öncülük ederler. İşte ben de bu Abant Toplantı'sını şahsen bu şekilde değerlendiriyorum. Problem gibi görülen ve tartışılmaktan çekinilen Alevilik kutusu açılmıştır, konuşulmuştur ve tartışılmıştır. Ve kıyamet de kopmamıştır. Katılanların neredeyse % 90'ı toplantıdan memnun olarak ayrılmışlardır. Ve bunların tek temennileri ise tekrar tekrar bu ve benzeri toplantıların yapılarak bu konularda daha derine inilmesi ve çözümlerin bulunması şeklinde olmuştur. Bu, Türkiye için ve Türkiye dışındaki Aleviler için olduğu kadar, Alevi olmayan Türk vatandaşları için de çok güzel bir neticedir. Gelinen nokta, güzel bir noktadır. Ama ne olur bu noktadan geriye gitmeyelim, mükemmel noktaları yakalamak için enerjilerimizi kavgalara harcamadan, konuşarak o noktalara kadar devam edebilelim. Ne dersiniz?