Başörtüsü, bir bez parçası mıdır? Elbette ki, değildir. Hiç kimse, başörtüsü'nün sadece bir bez parçası olduğunu kabul etmiyor. Başörtüsü yasağını savunanlar ve uygulayanlar da, başörtüsünü savunanlar ve başörtüsü uğruna mücadele verenler de, başörtüsünün bir bez parçası olmadığına inandıkları için yapıyorlar yaptıklarını.

Oysa Türkiye'deki bazı elitler ve bazı kesimler, bir yandan, başörtüsünün bir bez parçası olduğunu söylüyorlar; öte yandan da, başörtüsü yasağını inanılmaz gerekçelerle savunuyorlar. Bu, bir çelişki mi, tutarsızlık mı, yoksa başka bir şey mi? Ne peki?

Bence bu, bir çelişki ya da tutarsızlık değil, tam anlamıyla şark kurnazlığına büründürülen bir iki yüzlülüktür. İki yüzlülüktür; çünkü başörtüsüne karşı çıkanlar, bir bez parçası olduğu için başörtüsüne karşı çıkmadıklarını çok iyi biliyorlar. Bir bez parçası için bir ülkenin çeyrek asrı heba edilebilir miydi yoksa?

O hâlde, mesele bir bez parçası meselesi değildir. Başörtüsü, Türkiye'de başka şeylerin, daha başka temel varoluşsal meselelerin bir simgesidir.

Başörtüsüne "simge" diye karşı çıkanlar, başörtüsünü bir şeylerin simgesi olarak kabul ettikleri için karşı çıkıyorlar. Çünkü başörtüsü yasağını kimi zaman fanatikçe yöntemlerle ve söylemlerle savunanlar, başörtüsünün siyasî bir simge, kültürel bir simge, toplumsal bir simge, kısacası İslâm'ın bir simgesi olduğunu kabul ettikleri için karşı çıkıyorlar ve başörtüsü yasağını savunuyorlar .

İşte ikiyüzlülük dediğim olgu, tam da burada sırıtıveriyor: Çünkü "biz İslâm'a karşı değiliz, başörtüsüne karşıyız", diyorlar. En azından bazı kişilerin veya kesimlerin, "Biz, İslâm'a değil, başörtüsüne karşıyız" demeleri ve hemen ardından da ya irtica tehlikesinden sözetmeleri ya da "Türkiye'nin İslâmî bir yöne, İslâmî bir hayat tarzına kaydırıldığından" sözetmeleri, ikiyüzlülük değilse, nedir öyleyse?

Oysa meselenin püf noktası şudur: Başörtüsü yasağı, İslâmî taleplerin, iddiaların, tasavvurların, hayat tarzının, dünya görüşünün müslüman bir toplumun siyasî hayatından, kültürel hayatından, ekonomik hayatından, sosyal hayatından, entellektüel hayatından, sanat hayatından uzaklaştırılma çabalarının somutlaşmış, ete kemiğe bürünmüş bir göstergesidir.

Başörtüsü yasağını savunanlar, tam bir sömürgeci kafasıyla, köle zihniyetiyle, Türkiye'nin yeniden İslâm'a dayalı siyasî, kültürel ve düşünsel iddialara, kısacası bir medeniyet iddiasına sahiplenmesine karşı çıktıkları için bu yasağı savunuyorlar. Başörtüsü yasağı, meselenin sadece görünen yüzüdür; ama meselenin ilk bakışta görünmeyen, gizlenen gerçek yüzü budur. Başörtüsü yasağını savunanlar, başörtüsünün, İslâmî iddiaların bir göstergesi olduğuna inanmıyor olsalardı, başörtüsü yasağını, hem de bu kadar şiddetle ve şirret bir şekilde savunurlar mıydı?

Meseleye bu açıdan bakıldığı zaman, başörtüsü yasağının, aslında, Türkiye'nin bağımsızlığıyla ilgili bir mesele olduğunu görmekte zorlanmayız.

Başörtüsü yasağını savunanların, Türkiye'nin İslâm'a dayalı siyasî, kültürel, ekonomik, sosyal, bölgesel ve küresel iddialara sahip olmasına karşı çıktıkları için bu yasağı tam bir sömürgeci kafasıyla, köle zihiyetiyle savunduklarını söyledim. Aynı şeyi Batılılar da hem de sıklıkla dillendiriyorlar: "Türkiye, kendi hâline bırakılmaMalıdır; Türkiye eğer kendi hâline bırakılırsa İslâmî bir yörüngeye kayar ve yeni bir medeniyet iddiasıyla yeniden tarih sahnesine çıkma yolculuğuna soyunur" diyorlar. Bunu Clinton da, Wolfowitz de, Bush da, Schröder de, Merkel de, AB de, AB mahkemeleri de benzer şekillerde söylemediler mi?

Peki, ne demektir bu? Bu, Türkiye'nin, Batılı projeleri terketmemesi, Batı ekseninden çıkmaması, dün olduğu gibi bugün ve yarın da kendi iddialarını hayata geçirmeye kalkışmaması, dolayısıyla sekülerleşerek ve sekülerleştikçe de İslâm'dan, İslâmî iddialardan uzaklaşarak kendi kültürüne, tarihine, dinamiklerine yabancılaşması, kendi kendini sömürgeleştirmesi, dolayısıyla istiklalini ve istikbalini kendi eline alamaması demek değil de nedir peki?

Kaynak: Yeni Şafak