Durumları ne olursa olsun demokratik bir sistem ikame etmeyi hedefleyen değişim siyasetine ait kurumlar mı yoksa bu tür bir sistemin doğru temeller üzerinde ve engelsiz kurulması fırsatını verebilecek kurumsal boşluk mu? Bu soru, Tunus'ta Tunus Devrimi'nin birinci yıldönümü münasebetiyle geçtiğimiz ocak ayında düzenlenen bir açık oturumda benimle şu an Libya'daki değişimin liderlerinden Abdülhakim Belhac arasında geçen tartışmanın konusuydu.

Libya, modernliğin kıyılarında dolaşırken, Mısır'ın yaklaşık iki yüzyıl önce modernlikle tanışmasından bu yana siyasi ve toplumsal gelişme düzeyinde coğrafyaların yakınlaştırdığı, mesafelerin ise ayırdığı iki ülkede, değişimin önündeki engelleri anlatmaya başladık. İşte tam da bu yüzden, krallık döneminde başlayan kurumsal yapıyı tahrip eden, modern çağa erişimi engelleyen, kabile dinamikleri arasındaki çelişkileri körükleyerek sırf kendi diktatörlüğünü sağlamlaştırmak için kabileciliğin en kötü biçimlerini topluma empoze eden bir yönetimin 40 yıldan fazla hüküm sürdüğü Libya'daki durumun aksine, Mısır'da yarı modern devlet kurumları bulunmaktaydı. Bu tür bir devlet, siyasi mensubiyet, düşünce, meslek ya da vatandaşlık esasına dayalı modern bağlara sahip olan toplulukların mücadele edebileceği herhangi bir zeminin ortaya çıkmasını engellemek için icad edilen toplumsal bir yapı üzerindeki ince bir kabuktan başka bir şey değildir. Bu yüzden, Kaddafi rejimi çöker çökmez, Libya'daki toplumsal ve siyasi alanın hiçbir kurumsal çerçeveye sahip olmadığı ortaya çıktı. Devlete ait kurumlar ve toplumsal bağlar bulunmadığı gibi, sadece demokratik devlet değil herhangi bir şekilde devlet yapılarının hiçbir formunun oluşmadığı bir boşluktu bu. Söz konusu boşluk, tek bir toplum yapısı içerisinde disipline edilen doğal toplumsal tepkimelerden tamamen uzaktı.

Tartışma, bu tür bir boşluk içerisinde kurumların sıfırdan inşa edilmesinin mi yoksa yolsuzluğun içine batmış yapılarda kurumların restore ya da reforme edilmesinin mi daha kolay olduğu yönündeki soruyla başladı. Ortaya çıkan sonuç, iki durumda da işin zor olduğu yönündeydi. Kurumsal boşluk ve onun beraberinde getirdiği kaos uyarısı taşıyan sorunların çözümü zor olabilir. Başarısız ve çökmüş kurumların varlığı nedeniyle yanlış tedavi, yolsuzlukçu kurumların farklı şekillerde yeniden üretilmesine yol açabilir.

Kurumsal boşluğun sorunları, Libya'da Kaddafi rejimine karşı, gerek devrimin başkenti olan Bingazi ile Trablus ve diğer Batı kentler arasında olsun gerek kabileler arasında olsun, bu kendiliğinden gelişen ittifakların dağılmasından birkaç hafta sonra ortaya çıkmaya başladı.

Kurumsal boşluğun etkisi altında Libya'daki geçici yönetim, söz konusu boşluğun doldurulmasını sağlayacak dinamiklerin önündeki en büyük engel olan silahlı milis güçlerle ilişkide devasa zorluklar yaşamaktadır. Bu silahlı gruplar arasında uzlaşmayı sağlamak ya da hepsini memnun etmek de gayet zor. Bu silahlı grupların liderlerini, bu grupların büyük meşakkatlerle kurulmaya çalışılan ulusal orduya entegre edilmesine ikna edebilmek için onları önemli makamlara tayin etmek ya da güvenlik aygıtının stratejik yerlerine atamak yeterli olmamaktadır.

Ancak durum, siyasi kurumlara sahip olan ve devlet kavramıyla buna ilişkin geleneklerin istikrar kazandığı Mısır ve Tunus'ta dahi daha iyi değildir. Libya'nın tersine her iki ülkede de siyasi boşluk, kurumların sıfırdan teşekkül etmesini gerektirecek boyutta değildir. Mısır ve Tunus'ta devlet kurumları köklüdür ancak bu köklülük, her iki ülkedeki devrimci seferberliğin gücünü takdir etmekten aciz güvenlik aygıtı gibi, çöküş aşamasına gelmiş kurumlar açısından bazı durumlarda değişim sürecini son derece zorlaştırmaktadır.

Zaman içerisinde sürekli tekrarlanan davranışlarla yerleşik hale gelen reform çabalarına giderek daha fazla direnme gücü kazanan Mısır ve Tunus'ta, devlet kurumları nesiller boyu yeniden üretilen yönetim gelenekleriyle sıkı sıkıya irtibatlı hale gelmiştir. Bu tür kurumlar, Avrupa'da 80'li yılların sonlarında baş gösteren halk hareketleri içerisinde yer alan son iki neslin karşı karşıya kaldığı en önemli engellerden biridir. Devlet kurumlarında radikal değişikliğe giden ve burada köklü reformlar gerçekleştirmekte arzulu ülkeler başarılı olurken, söz konusu reformları ihmal eden ya da değişimin radikal olmasına ehemmiyet vermeyen yeni yönetimlerin başarısız olduğunu görüyoruz. Polonya, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde çok hızlı, geniş çaplı, köklü ve devlet kurumlarının herhangi bir ilerleme gerçekleştirilmesini engelleyen bir yapıya dönüşmesinden kaçınmak için gerekli olan minimum düzeyde ancak değişik derecelerde kurumsal reformlar gerçekleşti. Söz konusu durum, Çavuşesku'ya karşı devrim sürecinin on yıllar boyunca aksadığı, eski rejimin özünün korunduğu Romanya gibi ülkelerde kendisini yeniden üretmesine imkan tanıyacak şekilde devlet kurumlarının yeni durumla uyarlanabilir hale gelmesinden önce oldu. Daha sonra Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna gibi geleceklerine ilişkin tahminlerin tutarlı bir bütün arz etmediği ülkelerdeki halk hareketlerinde yer almış olan bir sonraki nesil geldi.

2010 ile 2011 yılları arasında Tunus ve Mısır'da meydana gelen devrimlerden yapı itibariyle çok da farklılık arz etmeyen 2000 ile 2004 yılları arasında halk hareketlerine tanık olan bu ülkelerdeki statükonun değerlendirilmesinde, iki farklı yönelim bulunmaktadır.

Bu yönelimlerden birisi, söz konusu ülkelerdeki devrim sürecinin sekteye uğradığını, ancak henüz başarısız denecek seviyeye ulaşmadığını belirterek, bu sürecin söz konusu ülkelerde Romanya'da olduğu gibi daha sonraki aşamada başarısını göstereceğini ifade etmektedir. İkinci yönelim ise bu sürecin tamamen başarısız olduğunu ve işin bittiğini, bir daha geri dönüşün mümkün olmadığını söylemektedir. Bu ikisi arasındaki tercih hangisi olursa olsun, Mısır ve Tunus'ta, devrimin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, kendisi olmadan söz konusu değişimin başarısını öngörmenin zor olduğu kurumsal reformun en düşük düzeyde bile gerçekleşemediğini görüyoruz. Devlet kurumu bu ülkelerde halen reforma direnmekte, her iki ülkede de geçiş hükümetleri "elektroşok yöntemi" veyahut "ameliyat metodu"nu kullanmaya yanaşmamakta, Tunus'ta olduğu gibi yeni yüzleri iktidara taşıyıp vitrine koymakla veyahut Mısır'da olduğu gibi eski yüzlerle yeni yüzleri az bir sirkülasyonla yer değiştirmeyi tercih etmektedir.

Yeniden yapılanma, kısa vadede acıtıcı bir ameliyatı gerektirse de uzun vadede bu sürecin verimli olacağı kesindir. Geçmiş tecrübeler göstermiştir ki, kurumlardan bazılarının yeniden yapılanmasını kapsayan köklü reformlar gerçekleştirmeden, şahısların değiştirilmesinin faydası yoktur. Mısır ve Tunus'ta yeni siyasi elite her iki ülkede yeni yöneticilerin bir çoğunun yaptığı gibi ya eski yöntemi sürdürme ya da bazılarının yaptığı gibi ilk fırsatta azciyet hissetme ve uzaklaşma şeklinde iki yoldan birini tercih dayatması olmamıştır.

Yapısını yenileyen kurumlarda gerçekleştirilecek hakiki reformlar olmadan yöneticilerin değiştirilmesi, eski yöntemin yeniden üretilmesine ve dolayısıyla da değişimin başarısızlığına yol açacaktır.

BAE'de yayınlanan el İttihad Gazetesinden Dünya Bülteni için Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.