Kasım ayına girdik ve Arap Baharı'nın devrimleri halen kuzey Afrika'dan itibaren Orta Doğu boyunca sokakları doldurmaya devam ediyor. Önemli seçimler, kitlesel toplanmalar ve hükümetlerin savunulamaz vahşet patlamaları Fas, Tunus, Mısır, Suriye ve Yemen'de manşetleri kaplamaya devam ediyor. Bahreyn, sene başındaki protestolar sırasında hükümetin suistimallerinin teyidiyle sendeliyor. Ürdün, kendi krizinin ihtimaliyle titriyor. Suudi Arabistan ve İran'da gürlemeler duyuluyor. Bahar'ın ayaklanmalarının meydana geldiği bu yerlerin hiçbirinde istenen tam ya da nihai reform elde edilemedi. Her yerde köklü seçkinler kıvranıyorlar ve onlarca yıldır kontrol ettikleri imtiyazlar ve iktisadi kazançları kaybetmemeye çalışıyorlar.
Artık Bahar değil. Hatta artık yaz bile değil. Bölgede baştanbaşa cesur protestocular tarafından yapılan reformlar Arap Baharı teriminin seçilmesine bu kadar uygun şekilde, bölgenin yeniden doğuşu taahhüdünü yerine getirirken bu işkenceli süreç, sadece önümüzdeki kışa kadar değil yıllarca devam edecek. Aksini beklemek gerçekçi olmamak olur. 20 sene önce Doğu Avrupa'da olduğu gibi bölgede ani bir dönüşüm olmasını ümit etmek sadece hayal kırıklığı getirir.
Aslında bu kargaşa ve arzu dönemine bir isim verildikten sonra Prag Baharı'nın, Çekoslavakya'ya (şimdi elbette iki ülkeden oluşuyor) gerçek ve kalıcı reformlar gelmesinden uzun süre önce meydana geldiği hatırlanmaya değer. Mihail Gorbaçov'un sözcüsüne, Gorbaçov'un reformlarıyla 1968'de Alexander Dubcek tarafından yapılanlar arasındaki fark sorulduğunda "19 sene" dedi. Komünizm orada Prag Baharı'nın "sona ermesinden" 21 sene sonraya kadar çökmedi. Çöktüğü zaman, "ani" şekilde gelen dönüşüm tamamen farklı bir isimle anıldı: Kadife Devrim.
Bu tür olaylarda hemen bir hüküm vermek doğaldır. Genellikle biz, tarihi olaylarda öyle yaparız. Bu, diğer şeylerin yanı sıra bizim, düşmanlarımızı "tarihin yanlış tarafında" olmakla itham etmemize imkan verir. Ama nihai kararlar modern Orta Doğu'daki kadar muğlak olduğu zaman bu iki yönlü yol gibi de olabilir. İşlerin devrim destekçilerinin tam olarak ümit ettikleri gibi gitmediği zamanlarda, değişime direnenler -ya da değişimden korkanlar-, ânın kaçırıldığını söyleyebilirler.
Bir başka gün, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Mısırlı protestocuları destekleyenleri kınayan ateşli bir konuşma yaptı. Netanyahu kendisinin "tarihin yanlış tarafında" olmadığını, yanlış tarafta olanların, reformcuların erkenden zaferlerini ilan edenler olduklarını savundu. O, "Bana insanları korkutmaya çalıştığım, tarihin yanlış tarafında olduğum ve olayların nereye doğru gittiğini anlamadığım söylendi. Olaylar ileriye değil geriye doğru gidiyor" dedi. O, bölgedeki ayaklanmaların "İslami, Batı karşıtı, liberalizm karşıtı, İsrail karşıtı ve demokratik olmayan bir dalga" olduğunu savundu.
Tunus, Mısır, Libya ya da Yemen'de rejimlerin yıkılmasının ardından zafer ilan etmek için ne kadar erkense Netanyahu için de halen sokaklara çıkmaya cesaret edenlerin arzularının üzerine kirlerle dolu havlu atmak için o kadar erkendir. Aslında SCAF'ın (Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi) reform olmayan reformlarını kolayca kabul etmiş olsalar da Mısırlıların, onlarca ölü, binlerce yaralının meydana geldiği şiddet olaylarına rağmen yeniden Tahrir Meydanı'nı doldurmak istedikleri gerçeği, reformcuların kararlı olduklarını ve bunların değişim dürtülerinin tek bir olay ya da senenin belli bir mevsimiyle sınırlı olmadığını gösteriyor.
Netanyahu anlaşılabilir sebeplerle değişime ihtiyatlı bakıyor. Mısır ve diğer yerlerdeki halkçılar, siyasi açıdan da işe yarayacağından dolayı İsrail'e karşı daha sert bir tutum benimsenmesine mütemayil olduklarını gösterdiler zaten. Hoşgörüsüz bir tarihe sahip olan dini partiler zemin kazandı. Yeni hükümetlerde kendileri için yer bulmaya çalışanlar ya da devrimle sarsılan ülkelerdeki hükümetlerde ortaya çıkan seçkinler arasında açık bir şekilde kötü aktörler de var. Tüm bunların nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz. Şüpheci olmalıyız. Ve akıllı bir arkadaşımın deyişiyle, sadece Netanyahu söylüyor diye bunun yanlış olması gerekmiyor.
Hepten yanlış değil. Ama konuşmasında, önceki şüpheciliğini savunurken soru sordu. "Bugün soruyorum, gerçeği anlamayan kimdi? Tarihi anlamayan kimdi?" Cevap halen onun yapmadığı olabilir. Çünkü "tarih" birkaç ayda meydana gelmez. Ve "tarih" her zaman beklendiği şekilde cereyan etmez. Aksi takdirde hiçbir değişim olmazdı. 2011'deki ayaklanmaların hüsrana hatta yakın dönem itibariyle tehlikeli sonuçlara yol açabileceği doğruyken, uzun dönemdeki sonuçlarının ne olacağını söylemek için çok erken. Mısır halkı, gerçek talepleri karşılanana dek güçlü ordusuna bile baskı yapmaya ve kanunların dışına çıkan polise karşı ayaklanmaya çok istekli göründü. Generaller tarafından teklif edilen hafifletilmiş Mübarek rejimi benzeri bir geçici rejimin süresini uzatmayı hiçbir şekilde kabul etmeyecekler. Çok daha yoğun bir vahşetle karşılaşan Suriye halkı daha da kuvvetlenmiş görünüyor. Ülkedeki Esad hanedanı bu noktada oyunun sonunun geldiğini düşünüyor olmalı. Ayrıca, siyasi reformlar hiçbir yerde tek başına yeterli değildir. Değişimlerin sonucu olarak gerçek iktisadi fırsatlar gelmezse kesinlikle insanlar yeniden sokaklara dönerler.
Bu süreç - ayaklanma, direniş, kısmi reform, yeniden baskı uygulanması, siyasi partiler arasında rekabet, sonuçların açıklanması talebi, daha fazla baskı- kuşkusuz yıllar alacaktır. Bu süre zarfında bölgede güvenlik durumunun karmaşık olacağı hemen hemen kesindir. İşgüzarlar ve İran gibi fırsatçı aktörler durumu daha da kötü hale getirecektir. Bundan dolayı, demokratik reformlar, çoğulculuk ve ılımlıların seslerinin yükselmesini teşvik etmeye çalışan Batılı hükümetlerin stratejisi uzun dönemli olmalıdır. Gerçek çoğulculuk, hoşgörü, barışa olan kararlılık ve gerçek fırsat tesisi manalarına gelen reformlara destek vermemiz gerekiyor. Engeller çıkacağını beklememiz ve bunların halledilmesine yardım etmek için bölgesel oyuncuları desteklememiz icap ediyor. Ama kalkışmamamız gereken, katlanmaya başlayan olaylarla ilgili erkenden zengin hükümlere varmamızdır. Tehlikeler ve belirsizliklere karşı gözlerimizi dört açarak son olayların gerçekte bizim için ne anlattığını öğrenmemiz gerekiyor. Bir şey bölgeyi o kadar kuvvetle vurdu ki dört hükümet devrildi, beşincisi de sallantıdadır. Bu, demokrasi ve kitlelerin çıkarlarına giden tamamen yeni bir yolla ilgilidir ve bölge çapında hem siyaset hem de ayaklanma dinamiklerini değiştiren yeni teknolojilerle kuvvet kazanmaktadır.
Netanyahu ve etkilenen ülkelerde iktidardaki seçkinlerin reddetmesine rağmen bizim gerçekten yeni ve oyun değiştiren bir şeyin başında olma şansımız çok yüksek.
Bölgede aylarla değil yıllar, on yıllar ve nesillerle ölçülmesi daha uygun olacak bir değişim mevsimiyle yeni bir dönemin başladığına şahitlik ediyoruz.
Kaynak: Foreign Policy
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas