Türkiye’nin en büyük sorunu nedir diye sorarsanız, hiç kuşkusuz cevabım, “birilerinin ülkemizi hala özel koşulları olan bir Türkiye olarak algılamalarıdır ya da bilerek, isteyerek, ayrıcalıklarını muhafaza etmek için öyle göstermeleridir” derim.

Türkiye’nin, özellikle kamu hukuku ve ekonomi alanlarında artık özel düzenlemeleri gerektiren bir ülke olmadığı birileri tarafından iyi görülmeli, anlaşılmalıdır.

Özel alanda insanlar kendi kültürel referanslarına göre davranabilirler ama kamu hukuku, özellikle AB ile tam üyelik müzakereleri yapan bir ülkede böyle bir keyfiliği, “Türkiye’nin özel şartları vardır” keyfiliğini kaldırmaz.

Yüksek yargı kararları ve en başta da Anayasa Mahkemesi kararları da bu temel çizgiye uygun üretilmelidir.

“Türkiye’nin özel koşullarını dikkate alarak bu kararı verdik” diye başlayan her yüksek mahkeme kararı özünde bir evrensel hukuk ihlali, Türkiye’ye yönelik bir oryantalist bakıştır.

Bu satırların Star gazetesinde yayınlandığı gün muhtemelen Anayasa Mahkemesi önemli bir kararın altına imza atacak ya da kararda önemli bir aşamaya gelecek; dünkü yazımda belirttiğim gibi bu karar Anayasa Mahkemesi’nin kendi meşruiyetiyle, itibarıyla imtihanı olacak.

Çıkacak karar “Türkiye’nin özel koşullarına” uygun bir karar olacak ise bu karar Türkiye’nin sözde modernleşmecileri tarafından ikinci, belki de üçüncü kümeye düşürülme kararı olacak.

Bunları niye yazıyorum?

Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapan 111 milletvekilinin mantığı üç aşağı, beş yukarı şöyle: “Anayasa’da yapılan değişiklik (AYM ve HSYK) kuvvetler ayrılığı ilkesine ve böylece de hukuk devleti ilkesine aykırıdır, iptal edilmelidir”.

Elimde Fransa Anayasası ve bu Anayasa’nın Fransa Anayasa Mahkemesi’ni düzenleyen 56. maddesi var; bu maddeye göre Fransa’da Anayasa Mahkemesi 9 üyeden oluşuyor, yenilenmeyen dokuz sene için seçiliyorlar, üçünü Cumhurbaşkanı, üçünü Meclis Başkanı, üçünü de Senato Başkanı doğrudan tayin ediyorlar. Aynı Anayasa’nın 13. maddesinin son fıkrası da bu tayinler için bir Komisyon düzenlemesi getiriyor ama Komisyon da yine Parlamento’dan.

Bu madde bizde olsa, Anayasa Mahkemesi’ne dokuz üyeden üçünü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, üçünü Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, üçünü de kurulacak bir Senato’nun yine muhtemelen AK Parti’li başkanı, mesela Bülent Arınç doğrudan tayin edecek demektir.

Ve Fransa bu durumu kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı görmüyor.

Ama bizim başvurucu 111 milletvekili Fransa’nın kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı görmediği bir durumu, hatta çok çok daha hafifini kuvvetler ayrılığı ilkesine ve hukuk devletine aykırı görüyorlar.

Neden?

Çünkü bizim ülkenin özel koşulları (!!!) var.

İşte oryantalist, ülkeyi küçümseyici bakış dediğim tam da bu.

Bu imzalar da kime ait?

Kendini en batıcı, en modernleşmeci, en çağdaş (!!!) görenlere ait.

İsmet Paşa olsa idi, herhalde “Hadi canım sen de” ifadesini esas bunun için kullanırdı.

Bakalım Anayasa Mahkemesi aynı oryantalist, “bizim ülkenin özel koşulları vardır” tuzağına bir kez daha düşecek mi?

Düşülecek bu tuzaktan en çok Anayasa Mahkemesi’nin itibarı ve meşruiyeti zarar görecektir.

1920’lerin ortasında İsviçre Medeni Kanunu’nu, İtalyan Ceza Kanunu’nu tercüme ederek bizde kanunlaştıran geleneğin bugünkü sözde temsilcileri, sözde atatürkçüler 2010 senesinde Fransa Anayasası’nın bir maddesinden çok daha gevşek bir yasama-yargı ilişkisini kuvvetler ayrılığına, hukuk devletine aykırı görüyorlar, itiraz ediyorlar.

Gördüğüm manzara günümüz atatürkçülerinin muazzam bir irtifa kaybıdır.

Kaynak: Star