Adalet ve Kalkınma Partisi, etkileyici bir skor elde etti. AKP % 47'ye yakın bir oyla, birkaç hafta önce seçimlerden zaferle çıkacağını açıklayan en iyimser anket sonuçlarını bile bir miktar aştı.
Bunun yanı sıra Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde ilk kez hükümeti oluşturan bir parti seçimlerde eski oyunun üzerine çıkmaktadır. Artık hiç kimse, AKP'nin değişik sosyal sınıflardan desteği olan, başarısı geleneksel merkez sağ partilerin marjinalleşmesiyle taçlanan bir merkez partisi olduğundan kuşkulanamayacaktır.
AKP değişik parametrelerle açıklanan reddedilemez bir çifte başarı kazandı. Öncelikle Türk vatandaşlarının büyük bir kesimi, AKP'nin kişisel ve toplumsal özgürlükler alanını genişleten reform hareketlerine ivme kazandırttığını düşünmektedir. Bu olay, 11 Eylül 2001'den sonra dünyada ve özellikle bölgede eğilimin daha ziyade özgürleştirici olmasıyla daha göze çarpıcı olmuştur. Bunun yanı sıra Türkiye'yi derinden sarsan 2001 ekonomik krizi sonrasında, % 7 civarındaki büyüme, önemli ölçüde dizginlenen enflasyon, sosyal ve bölgesel eşitsizlikler düşündürücü olsa da Türk toplumunun büyük bir bölümünün faydalandığı gelişmeler oldu. Bu bağlamda, AKP'li belediyelerin toplumsal yardım ağlarının ekonomik liberalizmin olumsuz etkilerini hafifletmesi, kendini ekonomik gelişmenin dışında hisseden çok yoksul kesimlerin AKP'ye oy vermesinde etkili olmuştur.
Cumhurbaşkanı seçimi konusunda nisan ve mayıs aylarında Türkiye'yi sarsan ve seçimlerin erkene alınmasına sebep olan siyasi krizin, özellikle Fransa'da, hatalı, en azından indirgemeci bir şekilde okunduğu görülmektedir: Türkiye'de söz konusu olan laikliğin savunucularıyla laik ve cumhuriyetçi kurumları yıkmak isteyenleri karşı karşıya getiren bir kutuplaşma değil, daha temel bir sorun olan, Türkiye'nin demokratikleşmesi, dolayısıyla 12 Eylül 1980 askerî darbesinin başlattığı ulusal güvenlik ideolojisinden kurtulma sorunuydu. Partisinin zaferinin ilanından sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın laikliğin temel değerlerinin takipçisi olacağını açıkça belirtmesi, açıkça Türk vatandaşlarına yönelik bir mesaj olduğu kadar, son birkaç hafta siyaset alanına yaptığı müdahalesi toplumun büyük çoğunluğu tarafından olumsuz olarak algılanan Genelkurmay'a da seslenen bir mesajdı.
AB yolunda büyük adım...
Batı Avrupalı Türkiye'yi küçümseyicilerin hoşuna gitmese de bu yılın baharında oluşan siyasi kriz kontrol altına alındı ve aşıldı. Kurumlar işlevlerini yerine getirdiler, erken seçimler örgütlendi, seçim kampanyaları demokratik bir şekilde yapıldı. Borsa göstergeleri yüksek seviyede kaldı, hukuk devleti üstün geldi. Zaten eski Parlamento'nun oyladığı cumhurbaşkanının genel oyla seçilmesini öngören, anamuhalefet partisi CHP'nin ve Cumhurbaşkanı Sezer'in radikal bir biçimde karşı çıktığı kanun değişikliğinin temmuz ayı başında Anayasa Mahkemesi kararıyla onaylanması manidardır. Bu durum, sonbaharda cumhurbaşkanlığının genel oyla seçimi konusunda bir referandum olacağını göstermektedir.
AKP'nin 22 Temmuz başarısı Avrupa-yanlısı bir oy eğilimi işaretidir. Meclis'te temsil edilecek olan diğer iki büyük partiden CHP, sosyal-demokrat akımdan gitgide uzaklaşan bir milli egemencilik ve özellikle MHP, bir milliyetçi aşırı sağı oluşturarak, belirgin bir Avrupa Birliği karşıtlığına dayanan seçim kampanyaları gerçekleştirdiler. Vasat olsa da inkâr edilemeyecek skorlar (MHP geçen yasama döneminde temsil edilmediği Meclis'e geri dönebildi) milliyetçi rüzgârlar, AKP'nin benzersiz zaferini kısmen görünmez kılıyor olsa da Türkiye'de bir belirginlik kazandığını teyit etti. Batı Avrupalı azarlayıcılar ve ertelemecilerin bu durumun oluşmasındaki payları az değildir. Dolayısıyla Avrupalı yöneticilerin bu durumu hesaba katmaları ve AKP'nin ve Türkiye'nin dışlanmasına katkıda bulunmamaları gerekmektedir.
AKP'nin rahat zaferi ve Meclis'te temsil edilecek olan diğer iki büyük partinin yapılarına baktığımızda önümüze çıkan soru, sadece bir münavebe değil, bir alternatif olacak partinin ortaya çıkarılması sorunudur. Türk demokrasisinin en iyi şekilde nefes alması için, farklı toplumsal ve duyarlılıklara açık, önerileriyle tamamlanması gereken reform hareketlerine eşlik eden ve onları daha da derinleştiren; ama AKP'nin başlattığı liberal ekonomik akıntıya muhalefet etmekten de çekinmeyecek bir siyasal partiye ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Türkiye ile AB arasında görüşme sürecinin ivme kazanması her şeyden önce Batı Avrupalı yetkililerin bu seçimde verilen oyun gerçek menzilini ölçmeleri bir zorunluluktur. Bu tablo Türkiye'de, meşru olarak Batı Avrupa'nın siyasi kararlarına karşı çok kez ifade edilen meşru üzüntü ve şaşkınlığın ötesinde, seçmenin büyük bir çoğunluğu Avrupa yanlısı siyasi ve ekonomik akımı sürdürmek isteyen partiye oy verdiğini göstermektedir. Bundan çıkaracağımız sonuç, her iki taraf için de kaybettireceklerinden çok daha fazla kazandıracakları olan ortak bir geleceğe olumlu bir şekilde birlikte yürümek için, Türkiye ile AB görüşmelerine ivme kazandırmanın zorunlu olmasıdır.
Kaynak: Zaman