O malum günün, "28 Şubat"ın yıldönümü bugün. Yazıyoruz, çünkü hala bir "tarih", bir "tarihi konu" haline dönüşmedi 28 Şubat.
28 Şubat, parlamenter ve bir askeri müdahaleydi. 28 Şubat darbe değildi ama darbe kuvvetindeydi.
Belki daha da öte…
Anayasal düzenin kurumsal sınırları içinde, bu kurumlar aracılığıyla, merkez medya ve onun seferber ettiği kamuoyu desteğinde yapılması, 28 Şubat'ın darbe kuvvetini aşan bir etki yapmasına, özellikle devletin iç işleyişi açısından kalıcı izler bırakmasına yol açtı.
Bu etki ve izler arasında Batı Çalışma Grubu ve Başbakanlık Kriz Masası Yönetmeliği bulunur. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yeni iç güvenlik doktrinine temel oluşturan, asayiş alanını askerileştiren EMASYA protokolü ve yapılanması bulunur.
Bu etki ve izler arasında "Garnizon üniversite" düzeni, iyiden iyiye talim terbiye görevi üstlenmiş YÖK ve "militarist rektörler demeti" vardır.
Demokrasi cihazlarıyla otoriterleşmeyi ifade eden "militan demokrasi fikri"nin yeşermesi, laikçi tutumun değişim, hatta siyaset karşıtlığıyla iç içe girip para–militer özellikler taşıyan yeni ulusalcı dalgayı beslemesi de 28 Şubat'ın mirasları arasındadır. Üstelik bunların ucu 2003-2004 darbe girişimlerinden Nisan 2007 mitinglerine ve muhtırasına kadar giden, örgütlenme, seferberlik ve sivil örgüt görünümündeki darbe alt yapılarına uzanmaktadır.
Özetle "devlet sisteminin iç kıvrımlarının askerileşmesi" ve "otoriter zihniyetin yeni meşruiyet araçlarıyla alenileşmesi" olarak tanımlanabilecek bu müdahalenin etki ve tortuları hâlâ boğuştuğumuz meseleler arasında yer alıyor…
Bugün de bu mantık bir tür sürüyor. Bu mantığı savunanların bir kısmı hapishanede, ama bir kısmı hala gazetelerinin, köşelerinin, partilerinin başında… Ve aktif bir şekilde fırsat buldukça 28 Şubat dilini ve araçlarını kullanıyorlar.
Bugün yaşananlar bir açıdan, "bu iz ve tortulara yönelik temizlik girişimi" ile "aynı iz ve tortuların temizliğe direnci" olarak açıklanabilir.
Ergenekon açık örnektir buna…
Çetelerin ulaştığı derinlik, siyasi cinayetlerin ortaya saçtığı kirlilik, her biri farklı koldan ve 28 Şubat mantığının ürünü olan "korku-tehdit-tehlike" üçlüsü üzerinden değişim ve siyasete gösterilen direnç yapıları olarak karşımızdadır.
Bunların kırılmasına yönelik her adım ya da bunların buharlaşmasına yol açacak her politika, en azından siyaset ve değişim umudunu ifade etmektedir.
Ancak bu işin bir de toplumsal yanı, toplumsal öyküsü var.
28 Şubat günlerine oranla asıl ve büyük fark siyasette ve toplumdadır.
28 Şubat ruhunun ihtiyaç duyduğu bu iki ana dokuda yaşanan değişimler Türkiye'yi bugün otoriterlikten çok "demokrasinin kapısı"na yakın tutuyor.
Toplumsal açıdan bakıldığında 1997'de açılan sayfa toplumun merkezi ile çevresi arasındaki mesafelerin azalmasından üreyen bir kriz dönemine işaret ediyordu. Bugün ise bu kriz önemli ölçüde geride bırakılmış ve çatışma yerine bütünleşme sayfası açılmıştır. Son yıllarda toplumun kutuplaşmaya direnmesi, temel olarak bu gelişmede yatmaktadır…
Evet, ortada ciddi bir değişim var.
Ve bu değişim 28 Şubat ve sonrasının toplumsal gerilimleri sırasında yaşanan siyasi karşılaşmalar, etkileşimler ve deneyimlerden üremiştir.
Sonuç olarak bugün laik kesim ve İslami kesim demokrasiye, özgürlüğe, haklara bakış açısından birbirine yaklaşmaktadır…
Toplumsal açıdan içimiz rahat…
Ancak dar alanda da yapılsa "saray kavgaları" tehlikelidir bu ülkede…
Kaynak: Yeni Şafak