Hükümetin elinde yabancı topraklara gerekli gördüğünde asker gönderme yetkisi veren bir tezkere var; Irak topraklarından sızan teröristler birbiri ardına Türkiye'ye yönelik terör eylemleri gerçekleştiriyorlar... Soru şu: Hükümet tezkereyi kullanıp Türk Silahlı Kuvvetleri'ne Irak'a askerî müdahale talimatı vermeli mi?

Şehit cenazelerinden etkilenen ve sokaklara taşan kimine göre geç bile kaldı hükümet, Irak'ı 'bataklık' olarak gören ve askeri müdahaleye bütünüyle karşı kimine göre ise 'tezkere' çıkarmak bile bir hataydı. Böyle bir ortamda herkesin kafasının karışması normal.

Kafa karıştıran tek konu yalnız tezkere olsa neyse, bir karara yine de varılabilir; ancak 'terörün kaynağı' da bildiklerimizi pek doğrulamıyor. PKK terörü olmasına PKK terörü karşımızdaki, ama hangi PKK'nın terörü? Örgüt içinde çatlama olduğu ve Suriye kökenli bir grubun ipleri eline geçirdiği söyleniyor; kökü Türkiye dışındaki teröristlerin ülkemizdeki gelişmeleri hiç önemsemediği eylem tarzlarından da belli.

Bir de tabii 'arkadaki güç' konusu var: PKK'nın geleneksel destekçileri biliniyor; ancak son eylemlerden onlar da başkaları kadar 'şaşırmış' görünüyorlar. Türkiye'nin Irak sınırındaki hedeflere karşı yapılan, çok sayıda şehit verilmesine yol açan son PKK eylemlerini kimler destekliyor? Bazı yorumcular ABD'yi suçluyorlar sözgelimi; ABD bu tablonun neresinde?

Bir nokta daha önemli: Barzani ve Talabani'nin açıklamalarını, PKK terör örgütü yanında yer alıp Türkiye'ye 'meydan okuma' olarak mı anlayacağız, yoksa gelişmelerin başlarına açacağı derdin farkında olan birilerinin Türkiye'den 'korkusunu' dışa vurması olarak mı?

Bunların herbiri, üzerinde kafa patlatmak gereken konular. "PKK terörü" olarak gördüğümüz şey, 'yerli' bir örgütün eseri olmaktan çıkmış ve olaylara Türkiye'yi hiçe sayan bir bakışla yaklaşan başkalarının eseri ise, bu, adında 'PKK' bulunsa bile, farklı bir örgütün eylemleri sayılmalıdır. Bu durumda 'arkadaki güç' değerlendirmesi de yeniden yapılmak zorunda.

Barzani ve Talabani kaynaklı açıklamaları da benzer bir analize tâbi tutmak gerekiyor. Türkiye'yle komşu bir coğrafyada varlık mücadelesi verenlerin, kendi hayat damarlarını kesmek istemeleri mantıksız; o halde söylemleri daha çok bir 'korku' yansıması olabilir. Peki ya, 'yeni PKK' Barzani-Talabani ikilisinin de içinde yer aldığı bir karar mekanizmasının ürünüyse ve amacı 'pan-Kürt' bir hareketin vurucu kolu olmaksa? Bu durumda, yalnız 'yeni PKK' varlığıyla değil, o varlığın yeni felsefesiyle de karşı karşıyayız demektir. Bu durumda, eski-PKK'nın yeni-PKK'ya karşı çıkması da pekâlâ mümkün...

Görüyorsunuz, "Arş yiğitler vatan imdadına" demekle, ya da "Ceddin deden" marşları söylemekle iş bitmiyor; daha kapsamlı analizlere ihtiyaç var. Öyle sanıyorum ki, devletin ilgili bütün birimleri, imkânlarını sonuna kadar zorlayarak, doğru bir karara ulaşmak için olağanüstü çaba gösteriyorlar.

'Yeni bir felsefeye dayalı yeni PKK' tezi, eylemler sonrasında meydana gelen olayları sağlıklı bir perspektiften değerlendirebilmek için de önemli. 'Yeni felsefe' dediğimiz 'pan-Kürt' yaklaşım, önceliği Türkiye'deki geleneksel toplum dengesinin berhava edilmesine veriyordur herhalde; eylemlerini çok sayıda 'şehit' cenazesini Anadolu'nun dört bir tarafına göndermek üzerine oturtması da bundan olabilir. Eylemlerden sonra büyük kentlerimizde sokaklara taşan kalabalıkları ve attıkları sloganları görüp ellerini ovuşturuyor olabilir teröristler...

Heyecana hiç gerek yok. Türkiye bu bâdireyi de atlattığında önündeki en büyük engelin üstesinden de gelmiş olacak. Dünyada ve bölgede yaşanan gelişmeler, Türkiye'yi, sağdan-soldan gelebilecek her türlü tehdide karşı daha güçlü kılabilecek özelliklere kavuşturmayla sonuçlanabilecektir. Yeter ki, biz hep doğru kararlar alabilelim. Doğru kararlar ise ancak sağlam istihbarata dayalı akılcı tahliller üzerine oturabilir.

Sahneye koydukları eylemlerle, öncelikle, aklımızı başımızdan almayı hedefliyorlar, bunu unutmasak iyi olur...

Kaynak: Yeni Şafak