Aylardır konuştuğumuz, tartıştığımız referandum geride kaldı. 26 Maddeden oluşan Anayasa değişiklik paketi referandum sonucunda kabul edildi. %58 oranındaki evet, %42’lik hayır oyu ve %73’de kalan katılım. Akdeniz, Ege kıyıları ve Trakya ile Tunceli, Eskişehir, Bilecik “hayır” derken Anadolu “evet” dedi. Bunlar referandumda ilk göze çarpanlar. Ancak şunu kabul etmek sanırım gerekli; AK Parti ile birlikte SP, BBP, EDP, “Yetmez ama Evet” Platformu ve DSİP referandumun kazananları; CHP, MHP, ÖDP, DP ve Kemalist/ulusalcı solun çeşitli versiyonları ise referandumun kaybedenleri oldu.

Ancak kitlesel düzeyde kaybedenler ise CHP, MHP ve bunları destekleyenlerdir. Çünkü bunlar referandumu hükümete yönelik güven oylamasına dönüştürdüler ve propagandalarını buna göre yaptılar. Başarılı olamadılar. Sonuçta AK Parti anayasa değişikleri konusunda halka gitti ve halktan onay aldı. Artık hükümet olarak 8 yıl boyunca çeşitli gerekçelerle yap(a)madıkları birçok şeyi yapmak için elleri daha güçlü. Buna rağmen vaat ettikleri demokratikleşmeyi, temel hak ve özgürlükleri gerçekleştiremezlerse bunun vebali sadece kendilerinin olur.

Referandum sürecinde “evet” ve “hayır” oyu verenler aslında 13 Eylül’den sonra  izleyecekleri siyasal çizginin ipuçlarını vermiş oldular. Değişim, demokrasi, yeni ve sivil bir anayasa isteyenler, 12 Eylül’ün bir biçimde mağduru olanlar referandumda “evet” oyu verdiler. Buna karşı “hayır” oyu verenlerin çoğunluğu değişim karşıtı statükoculardan oluştu. Elbette referandumda “hayır” oyu verenlerin içinde de hem 12 Eylül’ün hem de sistemin mağdur ettiği kişiler ve gruplar vardır. Ama buna rağmen “hayır” oyu verdilerse de bunun sorumluluğu hem kendilerinde; hem de onları, anayasa paketinin içeriğini tartışmayarak, yanlış yönlendirenlerdedir. Ki; CHP ve MHP içinde 12 Eylül ile derdi olanlar, demokrasi ve yeni anayasa isteyenler görüşlerini açıkladılar. Bunların bir kısmı partilerinden uzaklaştırıldı, bir kısmı da disiplin kurullarına yollandılar.

Yeni dönemdeyiz
Referandumun kabul edilmesi ile Türkiye’de yeni bir dönem başladı.12 Eylül Darbesi’nin kanattığı vicdanlar, 12 Eylül 2010’da referandumdan “evet” çıkması ile biraz ferahladılar. Pakette yer alan maddelerin her biri tek tek önemli. Ancak 1982 Anayasası’nın Geçici 15. Maddesi’nin kaldırılması, yani darbecilerin yargılanmalarının önündeki engelin kaldırılması bile tek başına önemlidir. Nitekim 13 Eylül’den itibaren Türkiye’nin her yanından insanlar bulundukları illerde 12 Eylül 1980 Darbecileri’nin yargılanması için dilekçe verdiler. Verilen bu dilekçelerle yeni bir hukuki sürecin ve tartışmanın başladığını da söylemek mümkün. Çünkü bu konuda, yani zaman aşımı konusunda iki farklı görüş var. İlk görüş zaman aşımı sürecinin 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girmesi ile durduğunu ve 12 Eylül 2010 anayasa değişikleri ile yeniden başladığını ileri sürerek, darbe suçunun zaman aşımına uğramadığını savunuyor. İkinci görüş ise tam tersini yani zaman aşımı süresi dolduğu için darbecilerin yargılanamayacağını söylüyor.

13 Eylül 2010’da, 12 Eylül 1980 Darbecileri hakkında suç duyurusunda bulunanlar ilk görüşün en somut savunucuları. Şimdi top yetkili savcı ve yargıçlarda. Belki sonuçta darbeyi yapanlar yargılan(a)masalar bile bizatihi darbenin, darbeciliğin suç olduğuna dair bir karar bile, Türkiye için demokrasi yolunda önemli bir adımdır.

Kabul edilen anayasa paketi ile birlikte Türkiye demokrasi yolunda önemli bir adım daha attı. Bir yandan temel hak ve özgürlükler genişleyip, derinleşirken; yargı ilk defa tarafsız ve bağımsız olma imkanına kavuştu. Yapılan 26 maddelik anayasa değişikliği için önümüzdeki aylarda uyum yasaları gündeme gelecek ve birçok kanun, tüzük, yönetmelik ve genelge ile bu demokratik adımlar bir adım daha derinleşecektir, ama yeterli değildir. Referandum öncesinde “evet” oyu verenlerin dile getirdiği yeni anayasa, söylendiği gibi gündeme geldi ama bunun gerçekleşmesinin birkaç yılı bulabileceği gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz. 2011 seçimlerine de bu Meclis tablosu ile gideceğiz. En iyimser bakış ile Türkiye yeni anayasaya ancak 2012-2013 yıllarında ulaşabilir.

Eğer yeni anayasanın hayata geçmesi birkaç yılı bulacaksa; bugün acil çözüm bekleyen sorunlar için neler yapmalıyız? Başta Kürt sorunu olmak üzere, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme, ekonomik hak ve özgürlükler gibi birçok alanda acil değişikler yapmak zorunluluğu vardır. Bu sorunları çözmek için yeni anayasayı beklemek Türkiye’ye haksızlık olur.

Bu açıdan Türkiye’nin sorunlarını genel hatlarıyla üç başlıkta toplamak mümkün olabilir; Siyasi, Sosyal ve Ekonomik sorunlar .

Siyasi ve sosyal sorunlar
Siyasi sorunların başında Kürt sorunu gelmektedir. 20 Eylül’e kadar sürecek eylemsizlik kararı sona erdiğinde Türkiye yeniden bir şiddet sarmalına mı girecektir. Özünde bir demokratikleşme sorunu olan Kürt sorununun çözülmesi için temel hak ve özgürlüklerin, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalıdır. Şiddeti savunmadığı sürece insanlar düşüncesini açıkladığı için soruşturmalar geçireceklerse, mahkeme mahkeme dolaşacaklarsa Kürt sorunu nasıl çözülecektir? Sivil siyasetin alanını genişletmeden silahsızlanmayı nasıl sağlayacağız?

Bununla birlikte din ve vicdan özgürlüğünü sağlamadan başörtülü öğrencilerin üniversiteye devam edebilmelerini nasıl sağlayacağız. Ya da zorunlu din dersini kaldırmadan Alevilerin sorunlarını nasıl çözeceğiz?

Siyasi partilerin güçleri oranında Meclis’te temsil edilmelerini sağlayacak seçim barajını düşürmeden, siyasi partileri birer antidemokratik yapıya dönüştüren yasayı değiştirmeden Türkiye’nin sorunlarını nasıl sağlıklı konuşabiliriz ki?

Kısacası siyasi sorunların çözülmesinde Siyasi Partiler Kanunu’ndan Seçim Kanunu’na, TCK’dan TMK’ya kadar birçok yasada yeni anayasayı beklemeden yapılması gereken değişiklikler vardır.

Devletin “sosyal devlet” olmaktan kaynaklanan sorumluluklarını yerini getirmeden sosyal adaleti nasıl sağlayacağız? Asgari eğitimi, asgari geçim standardını sağlamadan insanımızı nasıl mutlu edebiliriz Türkiye’de? Gençlerini okutamayan, onlara iş sağlayamayan bir devlet nasıl sosyal devlet olabilir?

Sosyal devletin gereği olarak hükümetin son yıllarda önemli bir kaynak ayırdığını biliyoruz. Ve bunların özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kaynak transferi olarak kullanıldığı gerçeği de ortadayken, asıl yapılması gereken doğrudan kaynak transferinin yanında meslek edindirmeye yönelik adımların atılmasıdır. Sahip olduğumuz genç nüfusun ülkeye artı değer olarak dönebilmesinin yolu, bu nüfusu eğitmek ve meslek sahibi yapmaktır.

Ekonomik sorunlar
Siyasi ve sosyal sorunların yanında ekonomik sorunlar da Türkiye için önemli bir ayak bağıdır. Bölgeler arasındaki gelir adaletsizliği, asgari ücretin ve emekli maaşlarının düşüklüğü, kayıt dışı ekonominin büyüklüğü, sendikalı çalışanların sayısındaki azalma, işsizlik; ekonomik olarak göze çarpan sorun alanlarından bazılarıdır.

Bunların giderilmesi için başta önümüzdeki ay gündeme gelecek olan 2011 Bütçesi’nde öncelikle istihdamı arttırıcı önlemler alınmalıdır. Bunun için kamu öncü olmalıdır. Emek yoğun ve istihdamı artıran eğitim ve sağlık harcamaları arttırılmalıdır. Ayrıca Bütçede savunma harcamaları diğer kalemler lehine azaltılmalıdır. Gelir adaletini daha sağlıklı hale getirecek önlemler alınmalıdır.

Şüphesiz her üç alanda sorunlar listesini daha da uzatmak mümkündür. Ama bu sorunların çözülmesi için yeni anayasa şart değildir. Bugün Meclis’te grubu bulunan partilerin bu sorunları çözmek için bir araya gelmesi, ortak çalışma üretmesi zorunludur.

Tek başına hükümet olan ve Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AK Parti’nin de bu sorunları çözmek için daha fazla çaba göstermesi de kaçınılmazdır. Bunların yapılması başta AK Parti’nin ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için uğraş verenlerin önceliği olmalıdır.

Ama her şeyden önce bu sorumluluk ve görev; meydanlarda daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük için “evet” oyu isteyen siyasilerindir. Bundan kaçmaları onları bir samimiyet sınavı ile karşı karşıya bırakır.

Evet şu soruyu sorabilirsiniz; referandumda bu kadar bölünmüş bir Meclis yapısı ve siyasi yelpaze ile bu nasıl yapılacak? Ama siyasilerin şu gerçeği de görmesinde fayda var; Türkiye değişiyor ve bu değişime ayak uydurmak değişime karşı çıkanlar için bile zorunluluk haline gelmektedir. Yoksa uzun süre yaşamaları mümkün değildir. İşte bu yüzden 2011 seçimlerine kadar Meclis’te bulunan partiler, Türkiye’nin yaşadığı, siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlara karşı çözüm alternatifleri üretmelidirler. Özellikle hayırcı cephede yer alan partiler için bu çaba, onları toplumla barıştıracak bir adım olacaktır. 

Yusuf Engin: Saadet Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi

Kaynak: Radikal