Son birkaç hafta içinde Türkiye’nin merkezinde olduğu tartışmalara baktığımızda, ortaya çıkan gerçek, Türkiye’nin sıradan bir ülke olmadığıdır. Bir geçiş döneminde olduğumuzu kabul edersek; dünyada yaşanan değişim süreci bir taraftan Türkiye’nin önüne somut imkânlar sunarken bir taraftan da bunun farkında olan, buna göre pozisyon alan, hatta özel çabaları ile imkân ve fırsat yaratan bir ülke Türkiye. Gerek bölgesinde gerek küresel anlamda giderek bir merkez ülke olmaya doğru gidiyor. Ancak uluslararası sistemde merkez ülke olmanın temel koşullarından birisi iç politikada toplumsal meşruiyete sahip olmak ve temel demokratik standarda sahip olmaktan geçer. Aksi halde iç politikada çözülmemiş sorunlar, dış politikada karşımıza engel olarak çıkabilir.
Bu açıdan bakıldığında hükümetin şu gerçeği görmesi gerekiyor; dış politikada gösterdiği başarıyı ne yazık ki, iç politikada gösteremiyorlar. Sanki dış politikayı başka bir hükümet, iş politikayı başka bir hükümet yürütüyor görüntüsü var. Kabul etmek gerekir ki, bu tabloda bir anormallik vardır. Anormallik var çünkü bir ülkenin dış politikadaki performans ve başarısı, iç politikada elde ettiği toplumsal meşruiyetle doğrudan bağlantılıdır. Yani toplumsal meşruiyeti güçlü olan bir iktidar ancak dış politikada bu kadar risk alabilir. Bu açıdan Türkiye’de bu süreç tersine işliyor. Daha doğrusu, doğrusal bir mantık izlemiyor. Türkiye dış politikada risk alıp, yükseldikçe, bunu gerçekleştiren siyasi iradenin toplumsal meşruiyeti sürekli sorgulanıyor. Hem de oldukça sert biçimde. AK Parti’ye yönelik şüphe, karşıtlık her fırsatta ortaya çıkıyor. Bu açıdan hükümet iç politikadaki büyük sorunları çözmekte ne yazık ki, yeterince cesur davranmıyor.
En büyük sorunlardan
Şu anda Türkiye’nin en büyük sorunlardan birisi Kürt sorunudur. 25 yıldır akan kan hâlâ bitmiş değil. Ve son iki aydır giderek artan, geçen hafta ise neredeyse toplumsal bir infiale yol açacak derecede yükselen bir terör dalgası ile karşı karıya Türkiye. Çözülmemiş bir Kürt sorunu, Türkiye’nin uluslararası platformda sürekli ayağının bağı olacaktır. Çünkü kendi içinde Kürt sorununu çözememiş, toplumun önemli bir kısmını oluşturan Kürt vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini sağlayamamış bir ülkenin, komşularla sıfır problem iddiası, ülkeler arasında arabuluculuk iddiaları, sürekli Kürt sorununun gölgesinde kalır.
İşte Kürt sorunu, bu yüzden Türkiye için hayati öneme sahiptir. Çünkü Kürt sorununun çözülmemesi, oluşmakta olan hiyerarşide Türkiye’nin olası rakipleri için sürekli olarak ellerinde tuttukları bir koz olacaktır. Sadece Kürtlere yönelik hak ve özgürlüklerin verilmemsinin propagandası konusunda değil, bizzat terör aracı olarak PKK’yı kullanarak da bunu yapabilirler.
Kabul etmek gerekiyor ki Kürt sorunu Türkiye’nin yumuşak karnıdır ve bu sürekli kullanılmaya açıktır. Türkiye uluslararası alanda yükseldikçe Kürt sorunu giderek ağırlaşan ve Türkiye’yi sürekli içine çeken bir kara delik işlevi görecektir.
Türkiye son bir yıldır ‘Demokratik açılım’, ‘Kürt Açılımı’, ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ adıyla özünde Kürt sorununu çözmeyi hedefleyen bir politika başlattı. Son bir yılda sorunun birçok boyutunu tartıştık, çözümleri konuştuk vs. Yani konuşulmayan çok az şey kaldı. Kabul, ortada iyi niyetle başlamış samimi bir girişim var. Ancak somut uygulamalarla açılımın içinin doldurulması konusunda ciddi zaaflar var. Ve bu bir yıldır yapılamayanlar, Türkiye’yi bir kaosun eşiğine getirdi. Muhalefet hep bir ağızdan, açılımın ülkeyi bölünmeye götürdüğünü, son günlerde artan terörün bu politikaların sonucu olduğunu söylüyor. BDP, hükümeti cesur olmamakla suçluyor. Hükümet kendisi dışında kimsenin çözüm sürecin parçası olmadığını söylüyor. Ama ortada bir gerçek var ki; şiddet tırmanıyor ve adım atılmazsa tırmanmaya devam edecek.
Dış politika
İşte tam da bu psikolojik iklimde PKK başı Öcalan’ın çağrısı ile Kandil ve Mahmur’dan dönenlerden 10’u tutuklandı. Ülkeye girişlerinde suçsuz oldukları gerekçesi ile serbest bırakıldılar, halkın duyguları incindi; sekiz ay sonra suçlu oldukları gerekçesiyle tutuklandılar, milletin sabrı zorlandı. Hem devlet verdiği sözü tutmamış oldu, hem karşılamada yaşananları dönenlere fatura edildi, hem de devletin ciddiyeti ve devlete duyulan güven ağır yara aldı; devlet isabetli karar alamadığı malumunu ilan etti. Devlet gerçekleri söylemek ve gerçek vaatlerde bulunmak zorundadır, saygınlığını koruması buna bağlıdır.
Peki, dış politikada bu kadar cesur davranan hükümet, Kürt sorununun çözülmesinde neden bu kadar ürkek davranıyor. Gazze filosuna yapılanlar sonrasında İsrail’i ve neredeyse ABD’yi karşısına alan, Brezilya ile birlikte İran’ı uranyum takas anlaşmasına ikna eden, BMGK’de İran’a yaptırımlar konusunda ‘hayır’ oyu vererek Batı ve ABD’yi karşısına alabilecek cesareti gösteren Türkiye; neden Kürt sorunun çözülmesinde isabetsiz davranıyor? Neden taş atan çocuklar meselesi 4-5 aydır çözülemedi? Barış elçisi olarak Türkiye’ye Kandil ve Mahmur Kampı’ndan gelenlerden bazıları neden sekiz ay sonra tutuklandılar? Bütün bunlara hükümetin bir cevabı olmalı. Özellikle bu yavaşlamanın ve bir yıldır yeterince somut atmamanın bir açıklamasını yapmalı hükümet.
Bunu sadece muhalefetin yapıcı olmayan tavrı ile açıklayamaz hükümet. Onlar zaten yanlış olan politik tavırlarını sürdürüyor ve muhalefet yapıyorlar. Dış politikada İsrail’i, ABD’yi, Batı’yı karşısına alacak kadar cesur davranan bir hükümetin Kürt sorununun çözülmesinde muhalefetten çekinmesi ikna edici bir açıklama olamaz. İçindeki milliyetçi unsurlardan gelen eleştiriler de hükümeti durdurmamalıdır. Bürokrasi AK Parti’yi durduramamalıdır. Ve en önemlisi bu sorunu tek başına çözmenin şehvetine kapılmamalıdır AK Parti. Çünkü böyle devam ederse kendisi de kaybedeceği gibi, Türkiye’de kaybedecektir.
Evet, bir terslik var demiştik. O terslik, başta Kürt sorunu olmak üzere içerdeki sorunlar çözülmedikçe, Türkiye’nin dış politikada attığı bütün adımların üzerinde hep bir iç politikanın gölgesinin olmasıdır. Bu gölgeler eleştiri şeklinde olabileceği gibi, son günlerde yaşadığımız gibi terör ortamının artması şeklinde de olabilir. Sonuç olarak içerde sorunlarını tam çözememiş, demokratik bir toplumsal yapıyı inşa edememiş bir Türkiye’nin uluslararası hiyerarşide yükselişi kalıcı olmaz. Türkiye şimdilik uluslararası hiyerarşide yükseliyor ama bu sorunlu bir yükseliştir. Ve sorunlar çözülmedikçe düşüş yükselişten daha hızlı olacaktır.
Yusuf Engin: Saadet Partisi Genel Başkan Başdanışmanı, eski Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı
Kaynak: Radikal