Ergenekon'a bulaşmış yargı mensuplarını korumak ve adaleti engellemek adına, AK Parti'ye hukuk devletine karşı eylemlerin odağı olma iddiasıyla kapatma davası açma tehdidi, yüksek yargının hukuk anlayışını esastan da usulden de tartışmaya açmıştır. 
 
Yüksek yargı, 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle başlayan, 28 Şubat süreciyle derinleşen ve 2007 cumhurbaşkanlığı kriziyle çığırından çıkan bir siyasileşme ve tarafsızlığını yitirme sorunuyla karşı karşıyaydı. Fakat şimdi dinleme kararlarına itirazlarla ortaya çıkan kriz, bunların da ötesine geçmiş ve delilleri karartma, suçluları koruma ve adaleti engelleme gibi iddiaları gündeme getirmiştir. Üstelik burada isnat edilen suç, darbe yapmak için kamu otoritesini sarsmak ve toplumsal kesimleri birbirine düşürmek için suikast, katliam, bombalama, yalan delil ve tanıklarla yargıyı yönlendirme vb. şeklinde ağır bir suçtur. Dolayısıyla hukuk devletine karşı odak aranıyorsa, öncelikle şüpheli bazı yargı mensuplarına bakılmalıdır.

İtalya'da da en büyük direniş yargıdan

Yüksek yargının şüpheli yargı mensuplarını koruma kaygısı, bir meslek taassubuyla gelişen bir mesleki dayanışmanın ötesinde bir sebeple yapılıyorsa, kamu vicdanının adalet hissi çok büyük bir yara alacaktır. YARSAV seçimleri, artık yargının en siyasileşmiş kesimlerinde dahi bu rahatsızlığın hissedilmeye başladığını bize işaret ediyor. Yüksek yargı, bu işareti esas alarak şüpheli yargı mensuplarının yargılanması ve ayıklanmasında görevini yerine getirir ve adaleti engellemekten vazgeçerse, Türkiye'nin hukuk devleti olması istikametinde ciddi bir mesafe alınacaktır. Ergenekon davası, davanın yargıyla ilgili kısmı görülürken engellenmemeli tam aksine teşvik edilmelidir. Bu dava, yargıyı temizleyecektir.

Ergenekon davasına en büyük direnişin yargıdan gelmesi tesadüf eseri olmasa gerek. Nitekim İtalya'da da Ergenekon davasına benzeyen Gladyo soruşturmasına en büyük direniş yargıdan gelmiştir. Anlaşılan o ki, bu tür yapılanmaların öncelikle örgütlendiği yerlerden biri yargı erkidir. Özellikle yargının seçilmesinin sebepleri üzerinde durmak lazım. Bu tür örgütlenmelerin temel amacı, istikrarsızlık veya istikrarsızlık korkusu yaratmaktır. Bunun için de kamu otoritesinin ve siyasi iradenin zaafa sokulması şart. Yargı, bu noktada kritik bir öneme sahip. İstikrarsızlık amacıyla örgütün yaptığı veya yaptırdığı şiddet eylemleri yargının manipüle edilmesi marifetiyle başarılı olabiliyor. Yargı, hadiseleri usulünce soruşturmayıp üzerini örttükçe, tahrikler amacına ulaşıyor, toplumda kutuplaşma artıyor ve tahrik amacıyla yapılan eylemlerin toplumda maya tuttuğu görülüyor. Bu arada tetikçiler yakalansa da, örgüt gelişip serpiliyor. Şiddet ve istikrarsızlığın maliyeti, siyasete ve demokratik kurumlara mal ediliyor. Böylece demokrasi yıpratılıyor, otoriter rejimlerin önü açılıyor. Bu sürece direnen siyasi parti, siyasi lider, sivil toplum kuruluşları, aydın ve gazeteciler de yine yargı yoluyla sindirilip yıldırılmaya çalışılıyor. Bu mantık, darbe şartlarının olgunlaştırılması anlamına gelmektedir.

İtalya'da Gladyo soruşturmasını yürüten Felluce Casson yargının direnişini şöyle anlatıyor:

"Soruşturmanın başında sorgu yargıcıydım, daha sonra cumhuriyet savcısı oldum. Büyük bir baskı hissettim. Başlangıçta, yüksek yargı mensuplarıyla sorun yaşadım. Bana, soruşturmayı bırakmamı, yapılacak bir şey olmadığını söylüyorlardı. Bu durum, görevimin ilk iki yılında büyük sıkıntı verdi. Başlarda, soruşturmanın önündeki en büyük engel, yüksek yargı mensuplarından kaynaklanan problemlerdi. Sorun, yargının içindendi. Fakat, devam ettim. Sonunda, beni göndermeyi denediler. Bir ara, Venedik'ten alınıp başka bir yere tayinim istendi. Çünkü, bazı konularla ilgili soruşturma yapılması istenmiyordu. Ama İtalya'da Hakimler ve Savcılar Yüksek Konseyi var. Konsey, müdahale etti ve soruşturmaların çok mükemmel gittiğini açıkladı. Problem kalktı ve gizli servisler, generaller ve aşırı sağ terörizmi üzerinde araştırma yapmaya devam edebildim. Hakim ve Savcılar Yüksek Konseyi, beni destekledi. Bu sayede soruşturmaya devam edebildim ve beni başka bir mahkemeye tayin ettirmek isteyenler kaybetti."

Türkiye'deki HSYK, İtalya'dakinin tersine bir tutum izliyor. Türkiye, 2009 yazını Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun Ergenekon davası hakim ve savcılarını, faili meçhul davasını yürüten savcıları sürmek istemesiyle yaşanan krizle geçirdi. Hükümetin ve bilhassa adalet bakanının basiret ve dirayeti sayesinde engellenen bu teşebbüs, Türkiye'de hakim ve savcıların İtalya'daki kadar şanslı olmadığını gösterdi. Geçmişte Şemdinli savcısını meslekten men ederek hakim ve savcılar üzerinde terörle korkutma ve görevini engelleme çabasına bu sefer mani olundu. Ancak HSYK'yı bu tür hatalara sevk eden yapı yerinde durdukça, hakim ve savcılar üzerindeki tahdit de devam edecektir.
 
Hukuk devleti için hukuk reformu

Ergenekon davası bize her şeyden önce bu tür cunta ve çetelerin kuvvetler ayrılığını, anayasayı, hukuk devletini ve demokrasiyi anlamsız kılmak istediğini gösterdi. Artık biliyoruz ki, bu davaya en sert direniş yargı çevrelerinden gelmektedir. Bunun birinci sebebi bu örgütün yargıdaki gücüyse, ikinci sebebi de yargının bir kısmının bu zihniyeti paylaşmasıdır. Türkiye, AB ve küreselleşme sürecinde yargının direnişinden kaynaklanan siyasi ve iktisadi maliyeti daha fazla kaldıramaz. Yüksek yargının kaprisleri ve hukuk devletini ihlal eden kararları yüzünden yaşanan cumhurbaşkanlığı krizi ve AK Parti'ye yönelik kapatma davası, Türkiye'nin küresel krizi yaşayabileceğinden daha ağır bir şekilde yaşamasına yol açmıştır. Şimdi demokratik açılım yine yüksek yargının kapris ve tehdidiyle çıkmaza girerse, bunun maliyetini kim üstlenecek? Yargının reformlara direnç gösteren bir kısmı da artık bu yanlış yolu terk ederek, demokratik hukuk devleti kriterlerinin tesis edilmesini istiyor. YARSAV seçimleri bu istikamette önemli bir işarettir. Kimi baroların darbecileri destekler mahiyetteki gösteri ve açıklamalarına karşı yükselen tepkiler, barolarda da benzer sonuçların yakın olduğunu gösteriyor.

Kaynak: Zaman